Nisan 2005
İstanbul’a döneli
yaklaşık bir hafta olmuştu.
Halimde ya da tavrımda Amerika’da gelmeden önce yediğim naneden eser
yoktu. Hikaye süper reyting alacak
türden aslında. Aşık olmuşsun,
adam sana prensesler gibi bakmış, ayakların yerden kesilmiş, ne zaman aklına
gelse aklı götüne kaçmış yeni ergen gibi suratında kocaman bir gülümse ile
dolaşıyorsun bir de üstüne gitmiş adamla nikah yapmışsın daha ne olsun. Bunu anlatmayacaksın da Makbule Teyze
koltukların yüzünü kaplatmış onu mu anlatacaksın. Gelgelelim öyle bir göt yok bende henüz. Bu hikayede balandıra ballandıra
anlatma kısmı maalesef içimde patlıyor.
Döndüğüm sırada
ablam ve ecnebi eniştem arasında yaşanan Telli’nin ben boşanmak istiyorum krizi
de işimi kolaylaştırmıyordu tabii.
Ne zaman ağzımı açıp “Annee, benim sizi tanıştırmak istediğim biri var ama nasıl desem kendisinin
ufak bir sıkıntısı var Türkçe konuşamamak gibi. Sizin için problem olur muydu acaba?” demek istiyorum ama her seferinde annem “ dilini, kültürünü bilmediğin adamı alır
içimize sokarsan böyle olur işte” diye söylendiğinden şimdi bir kalp krizi yaşatmanın sırası değil deyip eve
bir Orta Doğu havası vermek istemiyordum.
Birkaç gün geçip
de ablam evine dönünce tamam şimdi sırası deyip önce babamı kuytu da yalnız
başına yakalayıp günlerdir ezberden kendime söylediğim cümleleri bir çırpıda
kötü bir çocuk müsameresinden çıkıp gelmiş gibi söyleyiverdim. ‘’Baba ben birisi ile evlenmek
istiyorum’’dedim. Bunu soylerken
adamın sağır ve dilsiz olduğunu söyleyip bütün bunlar bitene kadar Fasulye Sırığı’na yağız Türk delikanlısı numarası mı
yaptırsam diye düşünmedim değil.
Daha önce Isırgan
Otu ile olan evlenme(me) maceramdan sonra haklı olarak babam önce bir iç
geçirip ‘’kiminle evlenmek istiyorsun?’’ diye sordu. ‘’Amerikalı bir çocuk var bir buçuk senedir beraberiz,
evlenmek istiyoruz’’ diye heyecanımı gizlemeye çalıştığım bir sakinlikle
söylemeye çalıştım.
Babam, "Amerikalı ha" diye kendi kendine söylendi önce.
Sonra "Telli’yi görmüyor musun nasıl bocalıyor?" dedi. Her zaman yaptıklarımızın, verdiğimiz
kararların arkasında duran babamın da bu durumda benimle karşı karşıya
geleceğini anladım. Telli’nin
yaşadıklarının kocasının yabancı olması ile ilgili olmadığını adamın karakteri
ile ilgisinin olduğunu anlatmaya çalıştım ama bana bu konuda destek vereceğini
düşündüğüm babamdan bir tık alamayacağımı anlamıştım. "Yarın Fasulye Sırığı Istanbul’a geliyor, bunları onu
tanıdıktan sonra bir daha konuşalım" deyip konuşmayı kapattım.
Ertesi günü
Fasulye Sırığı İstanbul’a geldi.
Gelir gelmez ailemin rızasını alıp alamadığımı sordu. Ona babamla yaptığım konuşmayı
anlattım. Anneme de haberi bu
akşam yemekte birlikte vereceğimizi söyledim. Annemin sert ve güçlü karakterinden daha önce bahsetmiş
olduğumdan biraz tırsmış bir ifade ile "Nasıl yani? Ona evlendiğimizi mi
söyleyeceğiz?" dedi. Haa evet,
belediye nikahını zaten kıydığımızı haftaya yapacağımız düğün dernekte ki
halayda halay başı olur musun diye soracağız. "Yok yahu evlenmek istiyoruz bu da evleneceğim adam hadi
tanışın, kaynaşın bakiim diyeceğim" dedim. Bir bok anlamadan saf saf suratıma baktı.
Akşam annemi
yemeğe çıkmaya ikna etmek de kolay olmadı ama teyzemi de yanımıza alınca
gelmeye razı oldu. Fasulye
Sırığı’nı da otelden alıp hep birlikte yemeğe oturacaktık ki Fasulye Sırığı’nın bizim evcilik oyununa kendini sağlam
kaptırdığından parmağında ki yüzüğün gözüme vuran parlamasıyla alyansını
çıkarmadığını farkettim. Masanın
altında alyansı çıkardıktan sonra elini kullanmasına izin verdim.
Annem birazdan
konuşacaklarımızı anlamış gibi yemek boyunca "kim bu çocuk, sulak yerde mi
büyütmüşler bunu hahaa? Baskeball oynamaya mı gelmiş Istanbul’a? Niye kızardı bu çocuk yine? Anlıyor mu
ki Türkçe?" diye sordu durdu.
Annemin bitmek tükenmez sorularına yanıt verdikten sonra ‘’bu Fasulye
Sırığı ile evlenmek istiyorum’’ diye herkesin lafını böldüm. Annem kızdığı zamanlarda, olduğundan
daha yeşil olan gözleriyle bana bakarken sessizdi ama ben onun fırtınadan
önceki sessizlik olduğunu çok iyi biliyordum.
Babama baktı ve "Sen biliyor muydun?" diye sordu. Babam da dün gece öğrendiğini söyledi
ama annem dışarıda olduğumuzdan içinden geldiği gibi reaksiyon
gösteremediğinden sıkıntılıydı.
Kafasını önünde duran yemekten kaldırmadan ‘’Hayır, olmaz ben izin
vermiyorum’’dedi. Babam aklı selim
bir kararla ‘’hadi eve gidelim, orada konuşalım bunu’’ dedi. Yemeklerimizi bitirmeden kalktık. Fasulye Sırığı konuşulanları
anlamasa da işlerin bizim için iyi
gitmediğinin farkındaydı.
O akşam ve ondan
sonraki üç hafta boyunca annem, ben ve diğer herkes ne söylediyse sadece "HAYIR" dedi. Bir yandan zaten hali
hazırda kocam olan adam senin yerin benim yanım bir an önce Ingiltere’ye gelmen
lazım sana ihtiyacım var derken diğer yandan da annem ve babamın rızasını
almaya çalışan arada kalmış, sevdiklerinin kalbini kırmak istemeyen ben varım.
Annem başına sıkı
sıkaya bağladığı çember ile bana baş ağrısından başka bir şey vermiyorsun hasta
olucam senin yüzünden mesajları verirken ben evrak işlerimi halletmiş beni
ülkelerinden pasaportuma vurdukları siyah bir damga ile çıkartmış olan
Ingiltere’ye vizemi almış her an gitmeye hazırdım.
Evdeki durum da
hiç bir iyileşme olmuyordu. Annem
inatla ben yaşarken olmaz bu iş diyordu.
Yapacak pek de bir şey yoktu artık. Sonuçta bu benim hayatımdı ve bunu yapmazsam bunun pişmanlığını
hayatım boyunca yaşayabilecek olduğum düşüncesi çok ağır geliyordu. Kararımı vermiştim, gidecektim. Fasulye Sırığı biletimi almıştı, ertesi gün uçacaktım. Bütün bu yaptıklarımı anlatabildiğim
iki, üç kişiden biri olan Gelinciği arayıp beni evden almasını ve havaalanına
götürmesini istedim.
Beni havaalanına
götüren Gelincik yol boyunca "emin misin? Böyle olması gerekmiyordu, bir yolunu bulsaydık yaaa"deyip
durdu. Alana geldik, check in
yaptık beklerken annemi aradım. "Anne, ben gidiyorum. Böyle gitmeseydim keşke. Eğer bir yolunu buluruz
diyorsan binmeyeceğim o uçağa"dedim.
Annem "tamam gel
lütfen" deyince Gelinciğe beni geri götürmesini söyledim. Ikimizde bir an için
rahatlamıştık. Dört saat sonra
benim Ingiltere’de olmamı bekleyen Fasulye Sırığı için aynı şeyleri
soyleyemeyeceğim. Çok sinirlendi.
Eve döndüğümde
annemi yine başına yazmasını dolamış migren sancıları içinde "ben sana bu iş
olmayacak, neden anlamak istemiyorsun" ağıtları yakarken buldum. İşte o zaman gitmekten başka bir yol
olmadığını anladım.
Ertesi günü evden
üzerimde olan kıyafetlerimden başka bir şey almadan kol çantamla çıkıp alana
gidip ilk uçağa bilet aldım.
Uçağın kalkmasını beklerken babama gitmek zorunda olduğumu, bunu yaşamak
istediğimi ve böyle olduğu için çok üzgün olduğumu anlatan bir mesaj atıp telefonu
kapattım ve o uçağa bindim.
Uçaktaki hosteslerle birlikte rakı masası kurup içecektik nerdeyse. Ben anlattıkça bana alkol servisi
yaptılar yol boyunca. Indiğimde
havaalanından çıkabilmem biraz zaman almiş olabilir.
Pişman
mıyım? Asla. Bundan sonra yaşadıklarıma, bana
yaşattıklarına rağmen sıradan
olmaktan çok uzak bir hayat yaşadığım için sonunu bilsem yine de Fasulye
Sırığı’nın peşinden dünyayı dolaşırdım.
Hayat çok
garip. Ertesi gün nerede
olacağınızı sizi nereye götüreceğini bilmiyorsunuz. Ben bir sabah kalktım ve Afrika’daydım. O da bir sonraki hikayenin konusu olsun.
Suursuz American
Yazılarınızı merakla bekliyorum.
YanıtlaSilSuursuuuzzz !!!!!! Heyecanla bekliyorum yazilarini !! seni okurken, sanki kendim yasamis gibi hissediyorum anlattiklarini! Hep yaz lutfen . . .
YanıtlaSilcesaretinden dolayı tebrik ederim. herkes bunu yapamaz ki yapamadıkları için pişman olan çok insan tanıyorum. insan kendi hayatını yaşamalı, başkalarının değil..
YanıtlaSilSiz heyecanla bekliyorum dedikce ben de heyecanla yaziyorum:)
YanıtlaSilHepimizin icinde kendisinden birseyler bulabilecegi hikayeler onlari gercek hikaye yapmiyor mu zaten. Cok seviniyorum siz boyle geri donusler yaptiginizda.