21 Şubat 2016 Pazar

Elimizde Aşk Var. Mutlu Olmaya Yetmez mi?

Nisan 2005

İstanbul’a döneli yaklaşık bir hafta olmuştu.  Halimde ya da tavrımda Amerika’da gelmeden önce yediğim naneden eser yoktu.  Hikaye süper reyting alacak türden aslında.  Aşık olmuşsun, adam sana prensesler gibi bakmış, ayakların yerden kesilmiş, ne zaman aklına gelse aklı götüne kaçmış yeni ergen gibi suratında kocaman bir gülümse ile dolaşıyorsun bir de üstüne gitmiş adamla nikah yapmışsın daha ne olsun.  Bunu anlatmayacaksın da Makbule Teyze koltukların yüzünü kaplatmış onu mu anlatacaksın.  Gelgelelim öyle bir göt yok bende henüz.  Bu hikayede balandıra ballandıra anlatma kısmı maalesef içimde patlıyor. 

Döndüğüm sırada ablam ve ecnebi eniştem arasında yaşanan Telli’nin ben boşanmak istiyorum krizi de işimi kolaylaştırmıyordu tabii.  Ne zaman ağzımı açıp Annee, benim sizi tanıştırmak istediğim biri var ama nasıl desem kendisinin ufak bir sıkıntısı var Türkçe konuşamamak gibi.  Sizin için problem olur muydu acaba? demek istiyorum ama her seferinde annem dilini, kültürünü bilmediğin adamı alır içimize sokarsan böyle olur işte diye söylendiğinden şimdi bir kalp krizi yaşatmanın sırası değil deyip eve bir Orta Doğu havası vermek istemiyordum.

Birkaç gün geçip de ablam evine dönünce tamam şimdi sırası deyip önce babamı kuytu da yalnız başına yakalayıp günlerdir ezberden kendime söylediğim cümleleri bir çırpıda kötü bir çocuk müsameresinden çıkıp gelmiş gibi söyleyiverdim.  ‘’Baba ben birisi ile evlenmek istiyorum’’dedim.  Bunu soylerken adamın sağır ve dilsiz olduğunu söyleyip bütün bunlar bitene kadar Fasulye Sırığı’na yağız Türk delikanlısı numarası mı yaptırsam  diye düşünmedim değil.

Daha önce Isırgan Otu ile olan evlenme(me) maceramdan sonra haklı olarak babam önce bir iç geçirip ‘’kiminle evlenmek istiyorsun?’’ diye sordu.  ‘’Amerikalı bir çocuk var bir buçuk senedir beraberiz, evlenmek istiyoruz’’ diye heyecanımı gizlemeye çalıştığım bir sakinlikle söylemeye çalıştım. 

Babam, "Amerikalı ha" diye kendi kendine söylendi önce.   Sonra "Telli’yi görmüyor musun nasıl bocalıyor?" dedi.  Her zaman yaptıklarımızın, verdiğimiz kararların arkasında duran babamın da bu durumda benimle karşı karşıya geleceğini anladım.  Telli’nin yaşadıklarının kocasının yabancı olması ile ilgili olmadığını adamın karakteri ile ilgisinin olduğunu anlatmaya çalıştım ama bana bu konuda destek vereceğini düşündüğüm babamdan bir tık alamayacağımı anlamıştım.  "Yarın Fasulye Sırığı Istanbul’a geliyor, bunları onu tanıdıktan sonra bir daha konuşalım" deyip konuşmayı kapattım.

Ertesi günü Fasulye Sırığı İstanbul’a geldi.  Gelir gelmez ailemin rızasını alıp alamadığımı sordu.  Ona babamla yaptığım konuşmayı anlattım.  Anneme de haberi bu akşam yemekte birlikte vereceğimizi söyledim.  Annemin sert ve güçlü karakterinden daha önce bahsetmiş olduğumdan biraz tırsmış bir ifade ile "Nasıl yani? Ona evlendiğimizi mi söyleyeceğiz?" dedi.  Haa evet, belediye nikahını zaten kıydığımızı haftaya yapacağımız düğün dernekte ki halayda halay başı olur musun diye soracağız.  "Yok yahu evlenmek istiyoruz bu da evleneceğim adam hadi tanışın, kaynaşın bakiim diyeceğim" dedim.  Bir bok anlamadan saf saf suratıma baktı. 
Akşam annemi yemeğe çıkmaya ikna etmek de kolay olmadı ama teyzemi de yanımıza alınca gelmeye razı oldu.  Fasulye Sırığı’nı da otelden alıp hep birlikte yemeğe oturacaktık ki Fasulye Sırığı’nın  bizim evcilik oyununa kendini sağlam kaptırdığından parmağında ki yüzüğün gözüme vuran parlamasıyla alyansını çıkarmadığını farkettim.  Masanın altında alyansı çıkardıktan sonra elini kullanmasına izin verdim.

Annem birazdan konuşacaklarımızı anlamış gibi yemek boyunca "kim bu çocuk, sulak yerde mi büyütmüşler bunu hahaa? Baskeball oynamaya mı gelmiş Istanbul’a?  Niye kızardı bu çocuk yine? Anlıyor mu ki Türkçe?" diye sordu durdu.  Annemin bitmek tükenmez sorularına yanıt verdikten sonra ‘’bu Fasulye Sırığı ile evlenmek istiyorum’’ diye herkesin lafını böldüm.  Annem kızdığı zamanlarda, olduğundan daha yeşil olan gözleriyle bana bakarken sessizdi ama ben onun fırtınadan önceki sessizlik olduğunu çok iyi biliyordum.

Babama baktı  ve "Sen biliyor muydun?" diye sordu.  Babam da dün gece öğrendiğini söyledi ama annem dışarıda olduğumuzdan içinden geldiği gibi reaksiyon gösteremediğinden sıkıntılıydı.  Kafasını önünde duran yemekten kaldırmadan ‘’Hayır, olmaz ben izin vermiyorum’’dedi.  Babam aklı selim bir kararla ‘’hadi eve gidelim, orada konuşalım bunu’’ dedi.  Yemeklerimizi bitirmeden kalktık.   Fasulye Sırığı konuşulanları anlamasa da işlerin bizim  için iyi gitmediğinin farkındaydı.

O akşam ve ondan sonraki üç hafta boyunca annem, ben ve diğer herkes ne söylediyse sadece "HAYIR" dedi.  Bir yandan zaten hali hazırda kocam olan adam senin yerin benim yanım bir an önce Ingiltere’ye gelmen lazım sana ihtiyacım var derken diğer yandan da annem ve babamın rızasını almaya çalışan arada kalmış, sevdiklerinin kalbini kırmak istemeyen ben varım.

Annem başına sıkı sıkaya bağladığı çember ile bana baş ağrısından başka bir şey vermiyorsun hasta olucam senin yüzünden mesajları verirken ben evrak işlerimi halletmiş beni ülkelerinden pasaportuma vurdukları siyah bir damga ile çıkartmış olan Ingiltere’ye vizemi almış her an gitmeye hazırdım.

Evdeki durum da hiç bir iyileşme olmuyordu.  Annem inatla ben yaşarken olmaz bu iş diyordu.  Yapacak pek de bir şey yoktu artık.  Sonuçta bu benim hayatımdı ve bunu yapmazsam bunun pişmanlığını hayatım boyunca yaşayabilecek olduğum düşüncesi çok ağır geliyordu.   Kararımı vermiştim, gidecektim.  Fasulye Sırığı biletimi almıştı, ertesi gün uçacaktım.  Bütün bu yaptıklarımı anlatabildiğim iki, üç kişiden biri olan Gelinciği arayıp beni evden almasını ve havaalanına götürmesini istedim. 

Beni havaalanına götüren Gelincik yol boyunca "emin misin?  Böyle olması gerekmiyordu, bir yolunu bulsaydık yaaa"deyip durdu.  Alana geldik, check in yaptık beklerken annemi aradım.  "Anne, ben gidiyorum. Böyle gitmeseydim keşke. Eğer bir yolunu buluruz diyorsan binmeyeceğim o uçağa"dedim.
Annem "tamam gel lütfen" deyince Gelinciğe beni geri götürmesini söyledim.  Ikimizde bir an için rahatlamıştık.  Dört saat sonra benim Ingiltere’de olmamı bekleyen Fasulye Sırığı için aynı şeyleri soyleyemeyeceğim.  Çok sinirlendi.

Eve döndüğümde annemi yine başına yazmasını dolamış migren sancıları içinde "ben sana bu iş olmayacak, neden anlamak istemiyorsun" ağıtları yakarken buldum.  İşte o zaman gitmekten başka bir yol olmadığını anladım. 

Ertesi günü evden üzerimde olan kıyafetlerimden başka bir şey almadan kol çantamla çıkıp alana gidip ilk uçağa bilet aldım.   Uçağın kalkmasını beklerken babama gitmek zorunda olduğumu, bunu yaşamak istediğimi ve böyle olduğu için çok üzgün olduğumu anlatan bir mesaj atıp telefonu kapattım ve o uçağa bindim.  Uçaktaki hosteslerle birlikte rakı masası kurup içecektik nerdeyse.  Ben anlattıkça bana alkol servisi yaptılar yol boyunca.  Indiğimde havaalanından çıkabilmem biraz zaman almiş olabilir. 

Pişman mıyım?  Asla.  Bundan sonra yaşadıklarıma, bana yaşattıklarına rağmen  sıradan olmaktan çok uzak bir hayat yaşadığım için sonunu bilsem yine de Fasulye Sırığı’nın peşinden dünyayı dolaşırdım.

Hayat çok garip.  Ertesi gün nerede olacağınızı sizi nereye götüreceğini bilmiyorsunuz.  Ben bir sabah kalktım ve Afrika’daydım.  O da bir sonraki hikayenin konusu olsun.


Suursuz American

4 yorum:

  1. Yazılarınızı merakla bekliyorum.

    YanıtlaSil
  2. Suursuuuzzz !!!!!! Heyecanla bekliyorum yazilarini !! seni okurken, sanki kendim yasamis gibi hissediyorum anlattiklarini! Hep yaz lutfen . . .

    YanıtlaSil
  3. cesaretinden dolayı tebrik ederim. herkes bunu yapamaz ki yapamadıkları için pişman olan çok insan tanıyorum. insan kendi hayatını yaşamalı, başkalarının değil..

    YanıtlaSil
  4. Siz heyecanla bekliyorum dedikce ben de heyecanla yaziyorum:)
    Hepimizin icinde kendisinden birseyler bulabilecegi hikayeler onlari gercek hikaye yapmiyor mu zaten. Cok seviniyorum siz boyle geri donusler yaptiginizda.

    YanıtlaSil