Anlatacak o kadar çok şey
var ki; kronolojik olarak zamanda bir sıçrama yapmamiz gerekiyor. 2004 yılının Şubat ayına geldiğimizde; Oxford öğrencilerinin uğrak yeri olan
kafede ki işimi birakmiş, Oxford sosyetisinin sıkça ziyaret ettiği £££ sembollerinin
hakkini verecek kadar gereksiz pahali ve bir o kadar da populer Italyan Restaurant’inda iş bulup
insan gibi yaşamaya baslamistim.
Insan gibi yaşamaktan kastım oooyyy para harcamanin suyunu çıkarmıştım. Çilek Ispanya’ya döndükten
sonra ben de birlikte yaşadığımız fareli evden ayrilmis şehrin göbeğinde Ingiliz Çim
Kafa Steve ile birlikte cok şık bir daire tutmuştuk (ev arkadasi sadece, bir
hikaye cikmaz ondan). Daha
önce anlattigim üstte yok başta yok kivamindan üstte Karen Miller, basta Hobbs
mertebesine gelebilmistim.
Bu arada gitmediğim bir Ingilizce okuluna da sirf kaydım olsun diye
dunyanın parasını ödüyordum. Kimse
de gelsene demiyordu.
Fasulye Sirigi ile de
ilişkimiz on dört aydir güllük gülistanlık devam ediyordu. Ingilizce seviyem henüz trip
atabilme, üstüne de cazgirlik yaparak kendimi hakli çıkaracak düzeyde olmadığından
onun için hersey çok güzeldi.
Allah Allah hersey bu
kadar güzel gidemez ben bu Suursuz kafami kesin bir musubete sokardım ama
hayirdir insallah derken beklenen musubet bütün ihtişami ile ufukta
göründü. Her yabancı oğrencinin
karabasanı vize musubeti. Geleli
neredeyse iki sene olmuştu ve benim vizemi yenileme zamanım yine gelmişti
işte. Geçen sefer Londra’dan
yaptığım vize uzatma işlemi sırasında vize görevlileri okul devam
kayitlarimi didik didik ettiklerinden
bu sefer ki randevumu Liverpool’dan aldım. Okula devam problemi yaşayan bir iki yabancı arkadaşım
vizelerini tereyağından kıl çeker gibi kolaylıkla aldıklarını ve görevlilerin
süper sevimli davrandıklarından bahsetmişlerdi. Oooohhh o salaklar aldıysa ben kesin alırdım o zaman.
Okuldan devam kayıt
belgesi almaya gittiğimde okulun paçoz müdürü anamdan emdiğim sütü burnumdan
getirdi. Sanki atom parçalamasını
istedim kadından. Sadece benim için okula gitmediğim günlerde okula her sabah
ilk giden, hiç ders kaçırmayan okuldaki öğretmenlerle flört ederek devam almaya
çalismayan bir profil yazmasını istedim kendisinden. Sırf saçlarımın sarısı onun saçlarinin gel benimle yat
sarısından daha güzel olduğu icin belgeyi vermedi şıllık. Homurdana homurdana aldim belgeyi
çıktım.
Ertesi gün elimdeki
boktan belgelerle trene binip Liverpool’a gittim. Bir yanim amaaan ne olacak iki masum, sarışın, sevimli kiz
numarası çeker alırım bu vizeyi derken diğer tarafım da Şuursuz yine beyin boklaşması
transina girdin o elindeki belgelerle nah alırsın o vizeyi diyordu.
Vize merkezinde sıram
gelene kadar kendimde degildim. O
sıra ne zaman geldi o şişko, zenci, yeni erkekten döndüm testosteron ve ostrojen
hormonlarim sidik yarışında, asabiyim
diyen kadının onune ne zaman oturdum hatırlamıyorum. Eline verdigim kağıtlara bakıp
kafayı kaldırmadan “senin amacın ne? Neden vizeni uzatmak istiyorsun?” diye
sordu. Saf saf “IELTS
sınavını alip master yapmak istiyorum” dedim. “ Sence ben buna inaniyor muyum?”
diye ters ters baktı
suratıma. Gerçekten, Allah Kuran
çarpsin ,yediğim nimet önüme dursun, vallahi billahi master yapıp paranın köpegi
olmak istiyorum ben demek istedim ama korktum, diyemedim.
Testosteron etkisindeki
sesi ile gürleyip “ burada zaten okula gitmiyorsun, o zaman evine dönüp ordan
alirsin almak istedigin sınavı.
Master’a kabul edilince geri gelebilirsin” deyip dan dan diye vize
istegi rededildi mühürlerini pasaportuma bir guzel basti. O hep anlatılan, Ingiltere vize
görüşmesi sırasında cinnet geçirip seni de, ülkeni de, sülaleni de sikeeeriiimm
laaan deyip masanın diğer tarafından görevlinin üstüne atlayan çocuk geldi
gözümün önüne. Bir an icin gozum
dönmedi değil.
Elimde rededilmis
basvuru formumla beraber Liverpool sokaklarında dolaşirken Liverpool yerlisi
John Lennon geldi aklıma. John
Amca’nin söyledigi Imagine sarkısındakı gibi hani ultra super hayallerimiz
olacaktı, ne oldu? Döndük başladiğimiz
yere.
Oxford’a dönene kadar
kimsenin telefonunu açmadım. Döndüğümde önce ablamla buluşup dönüş için hazirliklarimi
nasıl yaparımın planlarınş konustuk. Vize merkezinden verilen bilgilere gore ülkeyi bir
hafta içinde terk etmem gerekiyordu.
Sonra Fasulye Sirigi ile
depresyonunun dibine vuruyorduk ki Fasulye Sirigi birden bana dönüp “ayrılmak
zorunda değiliz. Sınavı Amerika’da alabilir sonra tekrar Ingiltere’ye dönebilirsin”
diyerek bir heyecana geldi. “Süper
bir fikir ama 5000$ kadar küçük bir sorunumuz var” dedim. Biraz birikmiş param vardı aslında evin
depoziti ve alacağım son maaş falan derken neden olmasın diye düşündüm. Bunu
planlamak icin daha çok vaktimiz vardi nasılsa, deyip sonraya bıraktım.
O hafta evi boşalttım,
işi biraktim gitmek için tek yapmam gereken şey dönüş için bilet almakti. Moronic fikirler ülkesinin kraliçesi
ablam “Suursuz paranı öyle pahali biletlere harcama gel sana Olympic
Airlines’dan bilet alalım cok ucuzmuş sadece 6 saat bekleme suresi varmis” dedi
ama ben yalnızca ucuz kelimesini algılayabildiğimden “tamam alalım “ dedim.
Ayrılık günü geldiğinde
herkesle özellikle de Fasulye Sirigi ile beklenen yoğun duygusal anlarımızıda
yaşadıktan sonra Ablam ile birlikte havaalanına gittik. Check-in masasının önüne geldiğimizde
hatun kişi pasaportumu istedi ve pasaportumun bütün sayfalarında hayatım boyunca taşımak zorunda olduğum
kara bir leke gibi özellikle bulaştırılmış olan damga ile karşılaşınca “Ooohh
sizin Ingiliz vizeniz olmadiği gibi Yunanistan icin transit vizeniz de yok uçamazsınız
madam” dedi. Içimden vur, sende
vur abalıya diye arabesk yaparken ablam durumu anlamaya calisiyordu.
Sonuc olarak iki ülkeye
de vizem olmadigi için hiçbir yerde istenmiyordum ve uçağa alınmayacaktim. Görevli ancak Yunanistan konsolosluğundan
vize alirsam uçabileceğimi soyledi.
Eeeehhh sikerler Yunan vizesini deyip nerede bu Turk Hava Yolları neyse parası
vericem laan deyip bir hışımla THY’nin masasına gittim. Aynı gün uçabilmem icin küçük bir
servet ödemem gerektği gerceği ile yuzleşip beni bekleyen ablamın yanına sakinleşmiş
olarak geri döndüm.
Oxford’dan çikişim
muhteşem olmuştu ama dönüşüm pek bir sessiz oldu. Sadece Fasulye Sirigi’na olanlardan bahsedip hadi buluşalım
dedim. Fasulye Sirigi onunla ayni
ülkede bir gece daha kalacak olmamdan memnundu. Benim yokluğumda O’da boş
durmamış Amerika’da tanıdığı herkesi aramisti. Ben gittiğim için o kadar üzgündü ki benimle daha önceden
Oxford ziyareti sirasinda tanışmış ve tabii ki çok sevip icine sokmak istemiş
olan annesi ile durumu paylasinca kadincagiz ağla ağla helak olmuştu. Atmıyorum tamamen gercek hikaye. Kadina Amerika’nin güneyinde kış olmayan
memlekette takmasi icin atkı almistim, cok tatlıyım degil mi? Bunun üzerine babası da Fasulye
Sirigi’ni arayip Suursuz’u buraya getirebilmek icin ne gerekiyorsa yapilacaktir
şeklinde buyurmuş, günümüze anlam katmıştı. Butun bunlar
olurken ablamda benim ertesi günü uçabilmem icin internetten THY bileti satin almakla mesguldü. Havaalaninda sorduğumuz kadar olmasada
yine de normalde business class da uçabileceğim bir fiyata bilet alabilmiştik. Böylece, hem ülkeden kovulmuş hem de üstüne
tonla para vermiştim, iyi mi?
Bu hikaye benim
Ingiltere’ye bekar olarak gidişimin sonu, Amerika maceramin da baslangici olmuştu. Her şerde bir hayir mi var dedin? Bakalim gorecegiz..
Suursuz American
Not: Bir onceki yazima yorum yapan okuyucularin yorumlarini yanlislikla silmis olabilirim. Bunun icin ozur diliyorum. Tekrar yazmak isterseniz silmeyecegime soz veriyorum. Ayrica degerli yorumlariniz icin tesekkur ediyorum..
Heyecanla okuyorum hikayelerinizi....
YanıtlaSil