3 Şubat 2016 Çarşamba

Israr Etme Ingiltere Kalamam!!

Anlatacak o kadar çok şey var ki; kronolojik olarak zamanda bir sıçrama yapmamiz gerekiyor.  2004 yılının Şubat ayına geldiğimizde;  Oxford öğrencilerinin uğrak yeri olan kafede ki işimi birakmiş, Oxford sosyetisinin sıkça ziyaret ettiği £££ sembollerinin hakkini verecek kadar gereksiz pahali  ve bir o kadar da populer Italyan Restaurant’inda iş bulup insan gibi yaşamaya baslamistim.  Insan gibi yaşamaktan kastım oooyyy para harcamanin suyunu çıkarmıştım.  Çilek Ispanya’ya döndükten sonra ben de birlikte yaşadığımız fareli evden ayrilmis şehrin göbeğinde Ingiliz Çim Kafa Steve ile birlikte cok şık bir daire tutmuştuk (ev arkadasi sadece, bir hikaye cikmaz ondan).   Daha önce anlattigim üstte yok başta yok kivamindan üstte Karen Miller, basta Hobbs mertebesine gelebilmistim.   Bu arada gitmediğim bir Ingilizce okuluna da sirf kaydım olsun diye dunyanın parasını ödüyordum.  Kimse de gelsene demiyordu. 

Fasulye Sirigi ile de ilişkimiz on dört aydir güllük gülistanlık devam ediyordu.   Ingilizce seviyem henüz trip atabilme, üstüne de cazgirlik yaparak kendimi hakli çıkaracak düzeyde olmadığından onun için hersey çok güzeldi.

Allah Allah hersey bu kadar güzel gidemez ben bu Suursuz kafami kesin bir musubete sokardım ama hayirdir insallah derken beklenen musubet bütün ihtişami ile ufukta göründü.  Her yabancı oğrencinin karabasanı vize musubeti.  Geleli neredeyse iki sene olmuştu ve benim vizemi yenileme zamanım yine gelmişti işte.  Geçen sefer Londra’dan yaptığım vize uzatma işlemi sırasında vize görevlileri okul devam kayitlarimi  didik didik ettiklerinden bu sefer ki randevumu Liverpool’dan aldım.  Okula devam problemi yaşayan bir iki yabancı arkadaşım vizelerini tereyağından kıl çeker gibi kolaylıkla aldıklarını ve görevlilerin süper sevimli davrandıklarından bahsetmişlerdi.  Oooohhh o salaklar aldıysa ben kesin alırdım o zaman. 

Okuldan devam kayıt belgesi almaya gittiğimde okulun paçoz müdürü anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdi.  Sanki atom parçalamasını istedim kadından. Sadece benim için okula gitmediğim günlerde okula her sabah ilk giden, hiç ders kaçırmayan okuldaki öğretmenlerle flört ederek devam almaya çalismayan bir profil yazmasını istedim kendisinden.  Sırf saçlarımın sarısı onun saçlarinin gel benimle yat sarısından daha güzel olduğu icin belgeyi vermedi şıllık.   Homurdana homurdana aldim belgeyi çıktım.

Ertesi gün elimdeki boktan belgelerle trene binip Liverpool’a gittim.  Bir yanim amaaan ne olacak iki masum, sarışın, sevimli kiz numarası çeker alırım bu vizeyi derken diğer tarafım da Şuursuz yine beyin boklaşması transina girdin o elindeki belgelerle nah alırsın o vizeyi diyordu. 

Vize merkezinde sıram gelene kadar kendimde degildim.  O sıra ne zaman geldi o şişko, zenci, yeni erkekten döndüm testosteron ve ostrojen hormonlarim sidik yarışında, asabiyim  diyen kadının onune ne zaman oturdum hatırlamıyorum.   Eline verdigim kağıtlara bakıp kafayı kaldırmadan “senin amacın ne? Neden vizeni uzatmak istiyorsun?” diye sordu.   Saf saf “IELTS sınavını alip master yapmak istiyorum” dedim. “ Sence ben buna inaniyor muyum?” diye  ters ters baktı suratıma.  Gerçekten, Allah Kuran çarpsin ,yediğim nimet önüme dursun, vallahi billahi master yapıp paranın köpegi olmak istiyorum ben demek istedim ama korktum, diyemedim.

Testosteron etkisindeki sesi ile gürleyip “ burada zaten okula gitmiyorsun, o zaman evine dönüp ordan alirsin almak istedigin sınavı.  Master’a kabul edilince geri gelebilirsin” deyip dan dan diye vize istegi rededildi mühürlerini pasaportuma bir guzel basti.  O hep anlatılan, Ingiltere vize görüşmesi sırasında cinnet geçirip seni de, ülkeni de, sülaleni de sikeeeriiimm laaan deyip masanın diğer tarafından görevlinin üstüne atlayan çocuk geldi gözümün önüne.  Bir an icin gozum dönmedi değil. 

Elimde rededilmis basvuru formumla beraber Liverpool sokaklarında dolaşirken Liverpool yerlisi John Lennon geldi aklıma.  John Amca’nin söyledigi Imagine sarkısındakı gibi hani ultra super hayallerimiz olacaktı, ne oldu?  Döndük başladiğimiz yere.

Oxford’a dönene kadar kimsenin telefonunu açmadım.  Döndüğümde önce ablamla buluşup dönüş için hazirliklarimi nasıl yaparımın planlarınş konustuk.   Vize merkezinden verilen bilgilere gore ülkeyi bir hafta içinde terk etmem gerekiyordu.

Sonra Fasulye Sirigi ile depresyonunun dibine vuruyorduk ki Fasulye Sirigi birden bana dönüp “ayrılmak zorunda değiliz. Sınavı Amerika’da alabilir sonra tekrar Ingiltere’ye dönebilirsin” diyerek bir heyecana geldi.  “Süper bir fikir ama 5000$ kadar küçük bir sorunumuz var” dedim.  Biraz birikmiş param vardı aslında evin depoziti ve alacağım son maaş falan derken neden olmasın diye düşündüm. Bunu planlamak icin daha çok vaktimiz vardi nasılsa, deyip sonraya bıraktım.

O hafta evi boşalttım, işi biraktim gitmek için tek yapmam gereken şey dönüş için bilet almakti.  Moronic fikirler ülkesinin kraliçesi ablam “Suursuz paranı öyle pahali biletlere harcama gel sana Olympic Airlines’dan bilet alalım cok ucuzmuş sadece 6 saat bekleme suresi varmis” dedi ama ben yalnızca ucuz kelimesini algılayabildiğimden “tamam alalım “ dedim.

Ayrılık günü geldiğinde herkesle özellikle de Fasulye Sirigi ile beklenen yoğun duygusal anlarımızıda yaşadıktan sonra Ablam ile birlikte havaalanına gittik.  Check-in masasının önüne geldiğimizde hatun kişi pasaportumu istedi ve pasaportumun bütün sayfalarında  hayatım boyunca taşımak zorunda olduğum kara bir leke gibi özellikle bulaştırılmış olan damga ile karşılaşınca “Ooohh sizin Ingiliz vizeniz olmadiği gibi Yunanistan icin transit vizeniz de yok uçamazsınız madam” dedi.  Içimden vur, sende vur abalıya diye arabesk yaparken ablam durumu anlamaya calisiyordu.  

Sonuc olarak iki ülkeye de vizem olmadigi için hiçbir yerde istenmiyordum ve uçağa alınmayacaktim.  Görevli ancak Yunanistan konsolosluğundan vize alirsam uçabileceğimi soyledi.  Eeeehhh sikerler Yunan vizesini deyip nerede bu Turk Hava Yolları neyse parası vericem laan deyip bir hışımla THY’nin masasına gittim.  Aynı gün uçabilmem icin küçük bir servet ödemem gerektği gerceği ile yuzleşip beni bekleyen ablamın yanına sakinleşmiş olarak geri döndüm. 

Oxford’dan çikişim muhteşem olmuştu ama dönüşüm pek bir sessiz oldu.  Sadece Fasulye Sirigi’na olanlardan bahsedip hadi buluşalım dedim.  Fasulye Sirigi onunla ayni ülkede bir gece daha kalacak olmamdan memnundu. Benim yokluğumda O’da boş durmamış Amerika’da tanıdığı herkesi aramisti.  Ben gittiğim için o kadar üzgündü ki benimle daha önceden Oxford ziyareti sirasinda tanışmış ve tabii ki çok sevip icine sokmak istemiş olan annesi ile durumu paylasinca kadincagiz ağla ağla helak olmuştu.  Atmıyorum tamamen gercek hikaye.  Kadina Amerika’nin güneyinde kış olmayan memlekette takmasi icin atkı almistim, cok tatlıyım degil mi?  Bunun üzerine babası da Fasulye Sirigi’ni arayip Suursuz’u buraya getirebilmek icin ne gerekiyorsa yapilacaktir şeklinde buyurmuş, günümüze anlam katmıştı.   Butun bunlar olurken ablamda benim ertesi günü uçabilmem icin internetten THY  bileti satin almakla mesguldü.  Havaalaninda sorduğumuz kadar olmasada yine de normalde business class da uçabileceğim bir fiyata bilet alabilmiştik.  Böylece, hem ülkeden kovulmuş hem de üstüne tonla para vermiştim, iyi mi? 

Bu hikaye benim Ingiltere’ye bekar olarak gidişimin sonu, Amerika maceramin da baslangici olmuştu.  Her şerde bir hayir mi var dedin?  Bakalim gorecegiz..

Suursuz American

Not: Bir onceki yazima yorum yapan okuyucularin yorumlarini yanlislikla silmis olabilirim.  Bunun icin ozur diliyorum.  Tekrar yazmak isterseniz silmeyecegime soz veriyorum.  Ayrica degerli yorumlariniz icin tesekkur ediyorum..



1 yorum: