21 Şubat 2016 Pazar

Elimizde Aşk Var. Mutlu Olmaya Yetmez mi?

Nisan 2005

İstanbul’a döneli yaklaşık bir hafta olmuştu.  Halimde ya da tavrımda Amerika’da gelmeden önce yediğim naneden eser yoktu.  Hikaye süper reyting alacak türden aslında.  Aşık olmuşsun, adam sana prensesler gibi bakmış, ayakların yerden kesilmiş, ne zaman aklına gelse aklı götüne kaçmış yeni ergen gibi suratında kocaman bir gülümse ile dolaşıyorsun bir de üstüne gitmiş adamla nikah yapmışsın daha ne olsun.  Bunu anlatmayacaksın da Makbule Teyze koltukların yüzünü kaplatmış onu mu anlatacaksın.  Gelgelelim öyle bir göt yok bende henüz.  Bu hikayede balandıra ballandıra anlatma kısmı maalesef içimde patlıyor. 

Döndüğüm sırada ablam ve ecnebi eniştem arasında yaşanan Telli’nin ben boşanmak istiyorum krizi de işimi kolaylaştırmıyordu tabii.  Ne zaman ağzımı açıp Annee, benim sizi tanıştırmak istediğim biri var ama nasıl desem kendisinin ufak bir sıkıntısı var Türkçe konuşamamak gibi.  Sizin için problem olur muydu acaba? demek istiyorum ama her seferinde annem dilini, kültürünü bilmediğin adamı alır içimize sokarsan böyle olur işte diye söylendiğinden şimdi bir kalp krizi yaşatmanın sırası değil deyip eve bir Orta Doğu havası vermek istemiyordum.

Birkaç gün geçip de ablam evine dönünce tamam şimdi sırası deyip önce babamı kuytu da yalnız başına yakalayıp günlerdir ezberden kendime söylediğim cümleleri bir çırpıda kötü bir çocuk müsameresinden çıkıp gelmiş gibi söyleyiverdim.  ‘’Baba ben birisi ile evlenmek istiyorum’’dedim.  Bunu soylerken adamın sağır ve dilsiz olduğunu söyleyip bütün bunlar bitene kadar Fasulye Sırığı’na yağız Türk delikanlısı numarası mı yaptırsam  diye düşünmedim değil.

Daha önce Isırgan Otu ile olan evlenme(me) maceramdan sonra haklı olarak babam önce bir iç geçirip ‘’kiminle evlenmek istiyorsun?’’ diye sordu.  ‘’Amerikalı bir çocuk var bir buçuk senedir beraberiz, evlenmek istiyoruz’’ diye heyecanımı gizlemeye çalıştığım bir sakinlikle söylemeye çalıştım. 

Babam, "Amerikalı ha" diye kendi kendine söylendi önce.   Sonra "Telli’yi görmüyor musun nasıl bocalıyor?" dedi.  Her zaman yaptıklarımızın, verdiğimiz kararların arkasında duran babamın da bu durumda benimle karşı karşıya geleceğini anladım.  Telli’nin yaşadıklarının kocasının yabancı olması ile ilgili olmadığını adamın karakteri ile ilgisinin olduğunu anlatmaya çalıştım ama bana bu konuda destek vereceğini düşündüğüm babamdan bir tık alamayacağımı anlamıştım.  "Yarın Fasulye Sırığı Istanbul’a geliyor, bunları onu tanıdıktan sonra bir daha konuşalım" deyip konuşmayı kapattım.

Ertesi günü Fasulye Sırığı İstanbul’a geldi.  Gelir gelmez ailemin rızasını alıp alamadığımı sordu.  Ona babamla yaptığım konuşmayı anlattım.  Anneme de haberi bu akşam yemekte birlikte vereceğimizi söyledim.  Annemin sert ve güçlü karakterinden daha önce bahsetmiş olduğumdan biraz tırsmış bir ifade ile "Nasıl yani? Ona evlendiğimizi mi söyleyeceğiz?" dedi.  Haa evet, belediye nikahını zaten kıydığımızı haftaya yapacağımız düğün dernekte ki halayda halay başı olur musun diye soracağız.  "Yok yahu evlenmek istiyoruz bu da evleneceğim adam hadi tanışın, kaynaşın bakiim diyeceğim" dedim.  Bir bok anlamadan saf saf suratıma baktı. 
Akşam annemi yemeğe çıkmaya ikna etmek de kolay olmadı ama teyzemi de yanımıza alınca gelmeye razı oldu.  Fasulye Sırığı’nı da otelden alıp hep birlikte yemeğe oturacaktık ki Fasulye Sırığı’nın  bizim evcilik oyununa kendini sağlam kaptırdığından parmağında ki yüzüğün gözüme vuran parlamasıyla alyansını çıkarmadığını farkettim.  Masanın altında alyansı çıkardıktan sonra elini kullanmasına izin verdim.

Annem birazdan konuşacaklarımızı anlamış gibi yemek boyunca "kim bu çocuk, sulak yerde mi büyütmüşler bunu hahaa? Baskeball oynamaya mı gelmiş Istanbul’a?  Niye kızardı bu çocuk yine? Anlıyor mu ki Türkçe?" diye sordu durdu.  Annemin bitmek tükenmez sorularına yanıt verdikten sonra ‘’bu Fasulye Sırığı ile evlenmek istiyorum’’ diye herkesin lafını böldüm.  Annem kızdığı zamanlarda, olduğundan daha yeşil olan gözleriyle bana bakarken sessizdi ama ben onun fırtınadan önceki sessizlik olduğunu çok iyi biliyordum.

Babama baktı  ve "Sen biliyor muydun?" diye sordu.  Babam da dün gece öğrendiğini söyledi ama annem dışarıda olduğumuzdan içinden geldiği gibi reaksiyon gösteremediğinden sıkıntılıydı.  Kafasını önünde duran yemekten kaldırmadan ‘’Hayır, olmaz ben izin vermiyorum’’dedi.  Babam aklı selim bir kararla ‘’hadi eve gidelim, orada konuşalım bunu’’ dedi.  Yemeklerimizi bitirmeden kalktık.   Fasulye Sırığı konuşulanları anlamasa da işlerin bizim  için iyi gitmediğinin farkındaydı.

O akşam ve ondan sonraki üç hafta boyunca annem, ben ve diğer herkes ne söylediyse sadece "HAYIR" dedi.  Bir yandan zaten hali hazırda kocam olan adam senin yerin benim yanım bir an önce Ingiltere’ye gelmen lazım sana ihtiyacım var derken diğer yandan da annem ve babamın rızasını almaya çalışan arada kalmış, sevdiklerinin kalbini kırmak istemeyen ben varım.

Annem başına sıkı sıkaya bağladığı çember ile bana baş ağrısından başka bir şey vermiyorsun hasta olucam senin yüzünden mesajları verirken ben evrak işlerimi halletmiş beni ülkelerinden pasaportuma vurdukları siyah bir damga ile çıkartmış olan Ingiltere’ye vizemi almış her an gitmeye hazırdım.

Evdeki durum da hiç bir iyileşme olmuyordu.  Annem inatla ben yaşarken olmaz bu iş diyordu.  Yapacak pek de bir şey yoktu artık.  Sonuçta bu benim hayatımdı ve bunu yapmazsam bunun pişmanlığını hayatım boyunca yaşayabilecek olduğum düşüncesi çok ağır geliyordu.   Kararımı vermiştim, gidecektim.  Fasulye Sırığı biletimi almıştı, ertesi gün uçacaktım.  Bütün bu yaptıklarımı anlatabildiğim iki, üç kişiden biri olan Gelinciği arayıp beni evden almasını ve havaalanına götürmesini istedim. 

Beni havaalanına götüren Gelincik yol boyunca "emin misin?  Böyle olması gerekmiyordu, bir yolunu bulsaydık yaaa"deyip durdu.  Alana geldik, check in yaptık beklerken annemi aradım.  "Anne, ben gidiyorum. Böyle gitmeseydim keşke. Eğer bir yolunu buluruz diyorsan binmeyeceğim o uçağa"dedim.
Annem "tamam gel lütfen" deyince Gelinciğe beni geri götürmesini söyledim.  Ikimizde bir an için rahatlamıştık.  Dört saat sonra benim Ingiltere’de olmamı bekleyen Fasulye Sırığı için aynı şeyleri soyleyemeyeceğim.  Çok sinirlendi.

Eve döndüğümde annemi yine başına yazmasını dolamış migren sancıları içinde "ben sana bu iş olmayacak, neden anlamak istemiyorsun" ağıtları yakarken buldum.  İşte o zaman gitmekten başka bir yol olmadığını anladım. 

Ertesi günü evden üzerimde olan kıyafetlerimden başka bir şey almadan kol çantamla çıkıp alana gidip ilk uçağa bilet aldım.   Uçağın kalkmasını beklerken babama gitmek zorunda olduğumu, bunu yaşamak istediğimi ve böyle olduğu için çok üzgün olduğumu anlatan bir mesaj atıp telefonu kapattım ve o uçağa bindim.  Uçaktaki hosteslerle birlikte rakı masası kurup içecektik nerdeyse.  Ben anlattıkça bana alkol servisi yaptılar yol boyunca.  Indiğimde havaalanından çıkabilmem biraz zaman almiş olabilir. 

Pişman mıyım?  Asla.  Bundan sonra yaşadıklarıma, bana yaşattıklarına rağmen  sıradan olmaktan çok uzak bir hayat yaşadığım için sonunu bilsem yine de Fasulye Sırığı’nın peşinden dünyayı dolaşırdım.

Hayat çok garip.  Ertesi gün nerede olacağınızı sizi nereye götüreceğini bilmiyorsunuz.  Ben bir sabah kalktım ve Afrika’daydım.  O da bir sonraki hikayenin konusu olsun.


Suursuz American

12 Şubat 2016 Cuma

Kim Evlenmiş? Ben mi?


Mart 2005

Amerika’ya geleli üç ay olmus ve ben buraya geliş sebebebimin bütün gereklerini yerine getirmiş  ve kıçımı kırıp oturup IELTS sınavından 7.0 skorunu almıştım.  Bu arada en iyi üçüncü skor olur kendileri.   Peki Amerika’yı yeniden keşfettim mi?  Sınırlı bütçesi ile İngilizce dil okuluna gelmiş, yurtta kalıp karnını genel olarak Subway sandwich ve Varsity burger ile  doyuran bir öğrenciye göre Fasulye Sırığı ve ilişki durumları karışık ailesinin sayesinde üniversitenin dışındaki Amerika’yı da görme şansım oldu.

Beni yurda ve okuluma yerleştirdikten bir hafta sonra Oxford’a doktorasına dönen Fasulye Sırığı bahar tatili için geri geldiğinde ailesi ile birlikte önce Bahamalar'a US Virgin Adaları’nda kardeşinin basketball turnuvasını seyretmeye gittik.  Adanın her yerinden karşına Iguana çıkıyor.  Türkiye’de sokakta başı boş dolaşan kedi köpek görmekle arabaların durup önünden serseri bir Iguana’nın ağır ağır geçmesi, bir sure sonra aynı normallikte karşılanıyor. Adanın iyi tarafı da Aloe Vera bitkisi bütün adayı kaplamış olması. Bu bitkinin yanından geçerken yaprağını kırıp çıkan sütü yüzünüze gözünüze bulayabiliyorsunuz.  Ben öyle yaptım. 

Artık dönüşüme on gün kalmıştı ki onun da bir haftasını Miami ve Orlonda’da Disney World’de geçirdik.  İlk önceleri zorla bindirildiğim roller coasterlardan sonrasında adrenalin bağımlısı haline gelmemden dolayı her seferinde neredeyse ağlayarak indiriliyordum.  Her şey çok güzeldi de yakında Türkiye’ye dönecektim.  Fasulye Sırığı’da doktorasını bitirmek için Oxford’a geri gidecekti.  Ya sonrası ne olacaktı?  Bu konu hakkında ne ben bir şey söylüyordum ne de o bir şey soruyordu. 

Miami’den dödüğümüz günün akşamı anne ve babası, kardeşleri ve birkaç arkadaşımız ile birlikte bir yemek düzenlemişlerdi.  Anne ve babası bir kaç işi halletmek için dışarı çıktıklarından ben de evde yalnız başıma akşam için hazırlanmaya başlamıştım.  Fasulye Sırığı’da benim bir işim var saat yedi de gelir seni alırım diyerek çıkmış bana hazır olmam için zaman vermişti.

Alt kattaki ışıkları yakmadan odamda ki banyomda hazırlıklarımı bitirmeye çalışırken bir arabanın garaja yaklaşan ışıklarını gördüm.  Evde olduğumu biliyordur zaten.  Burada buluşmamızı kendisi buyurdu diye düşünüp ben de kapıyı açmak için aşağıya inmedim.

Saçıma makyajıma son rutüşleri yapıyorken arabasının ışıklarını gördüğüm Fasulye Sırığı garaj yolunda bir iki dakika bekledikten sonra arabasını tekrar çalıştırıp içeri girmeden evden ayrıldı.  Garaj yolundan ayrılan arabasının sesini duyarken emin olmak için camdan baktım ve adamın beni evde bırakıp gerçekten gidiyor olduğunu gördüm. Adam beni almadan gitmişti.  Eve beni almaya geldiğini hatrlatmama gerek yok sanırım.  Hadi evin ışıklarını ben yakmamıştım da bir aramak da mı aklına gelmedi keko diye sinirden tırnaklarımı yemeye başlamıştım. Hemen cep telefonundan aradım ama şarjı bitmiş olmalı ki telefonu kapalıydı.

Nasıl olsa restauranta gittiğinde beni göremeyince geri döner diye düşündüm.  Ama restaurant trafikle birlikte en az kırk beş dakika uzaklıkta olduğundan dönmesi bir buçuk saat sürecekti.  Ben de mutfağa inip bir şeyler atıştırıp televizyon seyredeyim bari deyip aşağıya inip beklemeye başladım.  Restauranta gittiğinde beni orada göremeyen bu sazan hemen beni arayıp “ışıkları yanık görmeyince annemle beraber gittiğini düşündüm evde bekle dediğimi unuttum. Bin kere özür dilerim, hemen geliyorum” deyip telefonu kapattı.   Beklemekten ve sinirden o kadar çok abur cubur yedim ki açlıktan eser kalmamıştı artık.  Tam iki saat sonra ben makyajımı cıkarmış, pijamalarımı giymiş kafamdan dumanlar çıkarken Fasulye Sırığı eve gelebildi.   Karanlıkta elimde kocaman bir kase dondurma televizyon karşısında pijamalarla oturup ateş saçan gözlerimi kısarak baktığımı görünce “seni benim için çok özel bir yere götürücem lütfen benimle gelir misin?” diye sordu yalvarır bir ses tonu ile.

Ayağa kalktım üstümü değiştireyim o arada da söyelenirim biraz derken elimden tuttuğu gibi kapıya doğru giderken “boşver üstünü değiştirmeni bekleyemem şimdi” deyip kolumdan çeke çeke arabaya bindik.

Arabaya bindim ama hiç konuşmayarak ona sessizlik cezası vermeye çalışırken o sürekli “özür dilerim, evde buluşacağımızı unuttum, lütfen barışalım”diye yol boyunca konuştu.   Kafamı cama çevirip söylediklerine hiç cevap vermiyorken, gittiğimiz yolu daha önce hiç görmediğimi fark ettim.  Nereye gidiyoruz diye carlamak istiyorum ama tribimin bozulmasını da istemediğimden meraktan dudaklarımı yiyordum.

Gecenin bir yarısı üstümde pijamalarla bir tepenin üstündeki Amicalola State Park’a gelmiştik.  Buraya daha önce gelmemiştik ama orada bir Şelale olduğunu ve kafası karışıkken rahatlamak için buraya geldiğini anlatmıştı, hatırladım. 

Şelalenin bütün heybetiyle aktığını görebileceğimiz bir park alanında arabayı durdurdu.  Gecenin o saatinde bizden başka belki bir yada iki araba daha vardı, o kadar.   Neden geldik buraya diye sormak için kafamı çevirdiğimde Fasulye Sırığı’nın çok gergin görünüp içinden bir şeyler mırıldandığını fark ettim.  Sadece “her sey yolunda mı, iyi misin sen?” diyebildim sessizce.

Hiç birşey söylemeden arabadan indi, benim kapımın orada durup derin bir nefes alıp kapımı açıp dizlerinin üzerine oturdu.  Neler oluyor, neden buradayız soruları kafamın içinde tepinirken Fasulye Sırığı elimi tutup, derin mavi gözlerini gözlerime dikerek  “Suursuz seni seviyorum ve hayatımın geri kalanını seni severek geçirmek istiyorum.  Benimle evlenir misin?”  diye sorup içinde tek taş bir yüzük olan kutuyu açıp bana uzattı.  Ondan sonra da bir şeyler daha söyledi ama o sırada içimden nasıl olur, nasıl evleniriz, hayatımın bundan sonrasını herkesten, her şeyden uzak Amerika’da geçirebilir miyim?  Yahu iki gün sonra gidiyorum, biraz düsüneyim desem o da olmaz.  Annemlere ne diyeceğim şimdi.  Telli’nin kocası da yabancı olduğundan Birlesmiş Milletler, Türkiye ayağını babama bıraksa olur yani diye düşünüyordum.

Kafamın içinde kırk tane tilki dolaşıyor ama hiçbirinin kuyruğu birbirine değmiyorken Fasulye Sırıgı’nın gür sesi iç sesimin sesini bastırıp “Suursuz, bu kadar düşünmen iyiye işaret değil sanırım” diye bir iç çekti.  Yüzünü ellerimin arasına alıp bu adama aşığım gerisi teferrüat diye düşünüp “ Evet seninle evlenirim” deyiverdim.

O kadar sevindi ki iri cüssesi ile arabada oturan bana sarılmaya çalişırken dirseği ile burnuma öyle bir çarptı ki yıldızları gördüm.  Burnumun kırıldığını düşündüm.

Eve dönüş yolunda ben parmağımda duran parlak şeye bakıp alışmaya çalışırken o da daha önceden çalıştığı belli olan bu evlilik meselesi gitmeden nasıl halledilecek onun planlarını anlatıyordu.  İçimdeki ses ise susmak bilmiyordu.  Telli’nin sesi ile “harika, yine başını sokacak bir bok çukuru daha buldun, aferin sana.  İlk annem tebrik edecek seni bak görürsün” diyordu.  

Bütün bu gel gitlere rağmen ertesi günü üzerimde bir jean, bir tshirt ile mahkeme salonuna gidip Fasulye Sırığı ile evlendim.  Bundan sonrası için bir planım var mıydı?  Tabii ki Hayır.  Her şeyi olacağına bıraktım ve Istanbul’a döndüğümde düşünürüm planından başka bir plan yapmadım. 

Ertesi gün birlikte havaalanına gidip ben Istanbul uçağına, Fasulye Sırığı’da Oxford’a gitmek için Londra uçağına bindi ve bir hafta sonrasında Istanbul’da buluşmak üzere herkes kendi yoluna gitti.


Yeni evli bir çift olarak ilişkimizi zorlayan engellerin ilkini İstanbul’da yaşayacağımızı bilmiyorduk henüz.   İşin en boka sardığı yer de burada başlıyor işte.. Hali hazırda evli bir kadın olarak annemleri bu adamla evlenmeme izin vermeleri konusunda ikna edebilecek miydim? Hepsi ve daha fazlası yakında..

Suursuz American







10 Şubat 2016 Çarşamba

Amerika'da Ilk Gün Bir Kültür Şoku Yaşanmalı Tabii..

Beni Amerika’ya ilk defa götürecek olan Delta Havayollarına ait uçak yavaş yavaş inmeye baslamışken içimi heyecanla karışık bir belirsizlik duygusu kapladı.  Ingiltere’ye ilk gidişim gibi değildi.  Bir kere beni orada bekleyen, ne zaman kuyruğum sıkışsa arayabileceğim bir ablam yoktu.  Zaman mefhumundan yoksun tacizlerimden gına gelip bir gün yetti laan demedi Allah için.  Ablamın adı Telli, (adı bu değil tabii, kendisi 20’li yaşlarının başında 3 sene dişlerinde tellerle dolaştığı için bu ismi uygun gördüm ona) bakma burada ablam diye bahsediyorum sürekli, kendisine bir gün abla demişliğim de yok.  Bana iş bulsana Telli, bana ev bulsana Telli, bu aksam randevum var ne giyeyim Telli,  seytan kulağına kurşun derken tahta yerine metale vursam yine de olur mu Telli ve bunun gibi akla zarar ehemmiyet arz eden konularda kendisine çok defa beyin boklaşması yaşattığım doğrudur.  


Ingiltere’de ki düzenime de alışmıştım sanırım.  Şimdi tekrar aynı zorlukları yaşamaktan da korkmuş olabilirdim tabii.   Amaan sonuçta burası benim düzen kurmam gereken bir yer değildi. Nasılsa sadece 3 ay kalıp, master için Ingiltere’ye  geri dönecektim. 
Sadece Amerika’yı yeniden kesfedecektim, o kadar.  Yani benim planım buydu.  


Sonunda kendimi uzun pasaport kontrollerinden ve bavul karusellerinden kurtarabilmiş kapının diğer tarafında beni bekleyen Fasulye Sırığı’nın kollarına atabilmiştim.  Havaalanının ortasında ''Only You'' filminden çıkıp gelmiş gibi öpüşüp hasret giderdikten sonra ‘’aç mısın?’’diye sordu.   Daha cevap vermemi beklemeden ‘’çok iyi, şimdi hemen hızlı bir şekilde birer sosisli yiyelim çünkü yetişmemiz gereken bir NBA maçı var.  Hadi acele edelim. ‘’ dedi.  Ukala dümbeleğine bak sen.  Kan şekeri düşmüş, yerlerde, her an çok tehlikeli olabilecek bu kadın on beş saattir uçup, sokakta kuzu görse kanlı canlı kesip yiyebilecek kadar açken sen ne sosislisinden, ne NBA maçından bahsediyorsun demek istiyorum ama kan şekeri seviyemin kibarlığımı ele geçirmesine izin vermeyerek niyetinin iyi oldugunu düsünüp, tutuyorum kendimi.

Sosisliydi, NBA maciydi derken yorgunluktan, bir saat boyunca Serdar Ortaç şarkısı dinletilmiş gibi, saga sola yalpaliyorum ama bir sorun oldugu da gözümden kaçmıyor.  Fasulye Sirigi sürekli telefonda birileriyle “durum nasıl şimdi? Tamam mı gelelim mi?” falan gibi şeyler konuşuyor ama bana birşey söylemiyor henüz.  Zaten kafam uçak gürültüsü, NBA maçı hengamesi ile o kadar dolu ki baska bir bilgi almak da istemiyorum.

Artik eve gidiyoruz hadi arabaya binelim derken Fasulye Sirigi ikina ikina agzindaki baklayi cikardi.  “Iki gun once annemin üç aydir baska birisi ile ilişkisi oldugunu öğrendik.  Evdeki durumlar biraz karışık” diye bıraktı bombasını.  Yavru kedi bakışlarımla “Eeee, gitmeseydik o zaman eve, ne diye aç, susuz, bu günü otuz bir saat yaşamaktan bitap düşmüş bu kadına eziyet ediyorsun, bir otele gitseydik?” diye sordum.  “Annem seni görmek istiyor” diye cevap verdi.  Yorgunluktan bütün çakralarım kapanmış, saat farkı tarafından beynim sikilmis, zaten Telli’de yok  deyip acıların kadınına bağlayıp  arabada salya sümük ağlamaya başladım.  Amerika’da ki ilk günüm ve ben şimdiden depresyonun dibindeyim, harika gidiyorum yani. 

Böyle bir zamanda beni görüp ne yapacaksın canım yaa.  Ne dememi bekler acaba?  “Ooohh ne iyi yapmışsın da çeşit yapıp elin adamını üç ay çatır çatır götürmüşsün ama oğlun bana senin telefonundan mesaj atarken yakalanmasaydın iyiydi be canım” demek istiyorum ben.  Artık bir doğaçlama yapıcaz bu durum karşısında. 

Eve geldik ki ev dinamit patlamış gibi hiç bir şey durması gerektiği yerde durmuyormuş gibi dağinik.   Yerler kadin kiyafetleri, iç çamaşirlari ve çarşaflarla kapli.  Hepside bir cinnet anı sırasında öylece savrulmuş gibi geldi bana.   Babasi hiç odadan çıkmadı bütün gece ama annesi önce manzara icin özür dileyip sonra hoşgeldin deyip sarıldı ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözleriyle.  Fasulye Sırığı’nın annesi ellili yaşlarının başında ama spora borçlu olduğu ince yapısından dolayı en fazla kırk yaşında gösteren sarışın, uzun boylu, güzel yüz hatlarına sahip, hoş bir kadındı.   “Sizin için yukarıdaki odayı hazırladım, eşyalarını beraber götürelim “derken başıma gelecekleri düşünüp ingilzce bilmiyormuş numarası mı yapsam acaba diye içimden geçiriyordum. 

Yukarıya çıkarken az önceki ezik halinden gayet uzak bir ses tonuyla “onu aldattığım adamla birlikteyken giymiş olabileceğim bütün eşyalarımı atmamı yenilerini almamı istiyor.  Yerdeki kıyafetleri ve çarsaflari  da odadan kendisi attı.  Yarın da Las Vegas’a nikah tazelemeye gidiyoruz. Seninle okul başlayana kadar vakit geçiremeyeceğim için çok üzgünüm” dedi.  Yok artık mezhebin genişliğine gel diye düşünürken ayağımın tozuyla ilk kültür şokumu yaşamıştım.  Aynı anda da bu olayı kendi anlı şanlı Türk kültürümüz ile karşılaştırıyordum.  Biz de olsa ben ayağımın tozuyla önce bu eve annesinin cenazesine sonra da ilk görüş gününde de hapishaneye babasına don,atlet, sigara üçlüsünden oluşan ihtiyaç paketini vermeye giderdim. 

Bu kültür şokunun üstüne birde uykusuzluktan incecik bir çizgi haline gelmiş gözlerimi son kalan gayretimle açık tutmaya calışırken, sanki kırk yıllık iki dostuz da kocasını aldatan Mualla’nın dedikodusunu yapıyoruz havasında diğer adamla olan iliskisini, nerede ve ne sıklıkta seviştiklerinin ayrıntısına varan kadar bana anlattı.

Annesi kendisini kaptırmış anlatıyorken bir iki kere içim geçmiş gözlerimi kapatmıştım ki ‘’sen ne düşünüyorsun bu konuda?’’ diye sordu.  ‘Kendimden bile beklemediğim politik ve görmüş geçirmiş bir tavırla ’Umarım ikiniz için de en iyisi  olur, ama şunu aklından çıkarma seni sevdiği için seni affedebilir ancak hiçbir zaman unutmaz’’ diye cevap verdim.

Anne ve babası ile daha fazla vakit gecirip ikisini de yakından tanıma şansına nail olduktan sonra bu ikisinin birbirine layık olduğunu düşünüp bunu hakettiklerine kanaat getirdim. Fakat, bir konuda haklıydım, kocası bu yaptığını hiç unutmadı.  Annesinin, kendisi ile evli kalmasını boşanırsa tazminat alamayacağına dair bir kağıt imzalatarak sağladığı bu evlilikte her fırsatta unutmadığını dile getirip beraberliklerini çekilmez hale getirerek hala alıyor intikamını.  Işte sana milyon dolarlık bir soru.  Peki, bu psikolojide ki bir kayınvalide ne yapar?  Tabii ki en yakınındaki, en savunmasız, iyi niyetli gelinine sarar.  Maalesef o gelin de bendim. 

Şuursuz American

Not: Yazılarım ile ilgili merak ettiklerinizi, yorumlarınızı ve düşüncelerinizi anlık paylasıp interaktif bir şekilde iletişim kurabileceğimiz twitter hesabıma Suursuz American kullanıcı adı ile ulaşabilirsiniz.  Bence çok güzel olur..


3 Şubat 2016 Çarşamba

Israr Etme Ingiltere Kalamam!!

Anlatacak o kadar çok şey var ki; kronolojik olarak zamanda bir sıçrama yapmamiz gerekiyor.  2004 yılının Şubat ayına geldiğimizde;  Oxford öğrencilerinin uğrak yeri olan kafede ki işimi birakmiş, Oxford sosyetisinin sıkça ziyaret ettiği £££ sembollerinin hakkini verecek kadar gereksiz pahali  ve bir o kadar da populer Italyan Restaurant’inda iş bulup insan gibi yaşamaya baslamistim.  Insan gibi yaşamaktan kastım oooyyy para harcamanin suyunu çıkarmıştım.  Çilek Ispanya’ya döndükten sonra ben de birlikte yaşadığımız fareli evden ayrilmis şehrin göbeğinde Ingiliz Çim Kafa Steve ile birlikte cok şık bir daire tutmuştuk (ev arkadasi sadece, bir hikaye cikmaz ondan).   Daha önce anlattigim üstte yok başta yok kivamindan üstte Karen Miller, basta Hobbs mertebesine gelebilmistim.   Bu arada gitmediğim bir Ingilizce okuluna da sirf kaydım olsun diye dunyanın parasını ödüyordum.  Kimse de gelsene demiyordu. 

Fasulye Sirigi ile de ilişkimiz on dört aydir güllük gülistanlık devam ediyordu.   Ingilizce seviyem henüz trip atabilme, üstüne de cazgirlik yaparak kendimi hakli çıkaracak düzeyde olmadığından onun için hersey çok güzeldi.

Allah Allah hersey bu kadar güzel gidemez ben bu Suursuz kafami kesin bir musubete sokardım ama hayirdir insallah derken beklenen musubet bütün ihtişami ile ufukta göründü.  Her yabancı oğrencinin karabasanı vize musubeti.  Geleli neredeyse iki sene olmuştu ve benim vizemi yenileme zamanım yine gelmişti işte.  Geçen sefer Londra’dan yaptığım vize uzatma işlemi sırasında vize görevlileri okul devam kayitlarimi  didik didik ettiklerinden bu sefer ki randevumu Liverpool’dan aldım.  Okula devam problemi yaşayan bir iki yabancı arkadaşım vizelerini tereyağından kıl çeker gibi kolaylıkla aldıklarını ve görevlilerin süper sevimli davrandıklarından bahsetmişlerdi.  Oooohhh o salaklar aldıysa ben kesin alırdım o zaman. 

Okuldan devam kayıt belgesi almaya gittiğimde okulun paçoz müdürü anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdi.  Sanki atom parçalamasını istedim kadından. Sadece benim için okula gitmediğim günlerde okula her sabah ilk giden, hiç ders kaçırmayan okuldaki öğretmenlerle flört ederek devam almaya çalismayan bir profil yazmasını istedim kendisinden.  Sırf saçlarımın sarısı onun saçlarinin gel benimle yat sarısından daha güzel olduğu icin belgeyi vermedi şıllık.   Homurdana homurdana aldim belgeyi çıktım.

Ertesi gün elimdeki boktan belgelerle trene binip Liverpool’a gittim.  Bir yanim amaaan ne olacak iki masum, sarışın, sevimli kiz numarası çeker alırım bu vizeyi derken diğer tarafım da Şuursuz yine beyin boklaşması transina girdin o elindeki belgelerle nah alırsın o vizeyi diyordu. 

Vize merkezinde sıram gelene kadar kendimde degildim.  O sıra ne zaman geldi o şişko, zenci, yeni erkekten döndüm testosteron ve ostrojen hormonlarim sidik yarışında, asabiyim  diyen kadının onune ne zaman oturdum hatırlamıyorum.   Eline verdigim kağıtlara bakıp kafayı kaldırmadan “senin amacın ne? Neden vizeni uzatmak istiyorsun?” diye sordu.   Saf saf “IELTS sınavını alip master yapmak istiyorum” dedim. “ Sence ben buna inaniyor muyum?” diye  ters ters baktı suratıma.  Gerçekten, Allah Kuran çarpsin ,yediğim nimet önüme dursun, vallahi billahi master yapıp paranın köpegi olmak istiyorum ben demek istedim ama korktum, diyemedim.

Testosteron etkisindeki sesi ile gürleyip “ burada zaten okula gitmiyorsun, o zaman evine dönüp ordan alirsin almak istedigin sınavı.  Master’a kabul edilince geri gelebilirsin” deyip dan dan diye vize istegi rededildi mühürlerini pasaportuma bir guzel basti.  O hep anlatılan, Ingiltere vize görüşmesi sırasında cinnet geçirip seni de, ülkeni de, sülaleni de sikeeeriiimm laaan deyip masanın diğer tarafından görevlinin üstüne atlayan çocuk geldi gözümün önüne.  Bir an icin gozum dönmedi değil. 

Elimde rededilmis basvuru formumla beraber Liverpool sokaklarında dolaşirken Liverpool yerlisi John Lennon geldi aklıma.  John Amca’nin söyledigi Imagine sarkısındakı gibi hani ultra super hayallerimiz olacaktı, ne oldu?  Döndük başladiğimiz yere.

Oxford’a dönene kadar kimsenin telefonunu açmadım.  Döndüğümde önce ablamla buluşup dönüş için hazirliklarimi nasıl yaparımın planlarınş konustuk.   Vize merkezinden verilen bilgilere gore ülkeyi bir hafta içinde terk etmem gerekiyordu.

Sonra Fasulye Sirigi ile depresyonunun dibine vuruyorduk ki Fasulye Sirigi birden bana dönüp “ayrılmak zorunda değiliz. Sınavı Amerika’da alabilir sonra tekrar Ingiltere’ye dönebilirsin” diyerek bir heyecana geldi.  “Süper bir fikir ama 5000$ kadar küçük bir sorunumuz var” dedim.  Biraz birikmiş param vardı aslında evin depoziti ve alacağım son maaş falan derken neden olmasın diye düşündüm. Bunu planlamak icin daha çok vaktimiz vardi nasılsa, deyip sonraya bıraktım.

O hafta evi boşalttım, işi biraktim gitmek için tek yapmam gereken şey dönüş için bilet almakti.  Moronic fikirler ülkesinin kraliçesi ablam “Suursuz paranı öyle pahali biletlere harcama gel sana Olympic Airlines’dan bilet alalım cok ucuzmuş sadece 6 saat bekleme suresi varmis” dedi ama ben yalnızca ucuz kelimesini algılayabildiğimden “tamam alalım “ dedim.

Ayrılık günü geldiğinde herkesle özellikle de Fasulye Sirigi ile beklenen yoğun duygusal anlarımızıda yaşadıktan sonra Ablam ile birlikte havaalanına gittik.  Check-in masasının önüne geldiğimizde hatun kişi pasaportumu istedi ve pasaportumun bütün sayfalarında  hayatım boyunca taşımak zorunda olduğum kara bir leke gibi özellikle bulaştırılmış olan damga ile karşılaşınca “Ooohh sizin Ingiliz vizeniz olmadiği gibi Yunanistan icin transit vizeniz de yok uçamazsınız madam” dedi.  Içimden vur, sende vur abalıya diye arabesk yaparken ablam durumu anlamaya calisiyordu.  

Sonuc olarak iki ülkeye de vizem olmadigi için hiçbir yerde istenmiyordum ve uçağa alınmayacaktim.  Görevli ancak Yunanistan konsolosluğundan vize alirsam uçabileceğimi soyledi.  Eeeehhh sikerler Yunan vizesini deyip nerede bu Turk Hava Yolları neyse parası vericem laan deyip bir hışımla THY’nin masasına gittim.  Aynı gün uçabilmem icin küçük bir servet ödemem gerektği gerceği ile yuzleşip beni bekleyen ablamın yanına sakinleşmiş olarak geri döndüm. 

Oxford’dan çikişim muhteşem olmuştu ama dönüşüm pek bir sessiz oldu.  Sadece Fasulye Sirigi’na olanlardan bahsedip hadi buluşalım dedim.  Fasulye Sirigi onunla ayni ülkede bir gece daha kalacak olmamdan memnundu. Benim yokluğumda O’da boş durmamış Amerika’da tanıdığı herkesi aramisti.  Ben gittiğim için o kadar üzgündü ki benimle daha önceden Oxford ziyareti sirasinda tanışmış ve tabii ki çok sevip icine sokmak istemiş olan annesi ile durumu paylasinca kadincagiz ağla ağla helak olmuştu.  Atmıyorum tamamen gercek hikaye.  Kadina Amerika’nin güneyinde kış olmayan memlekette takmasi icin atkı almistim, cok tatlıyım degil mi?  Bunun üzerine babası da Fasulye Sirigi’ni arayip Suursuz’u buraya getirebilmek icin ne gerekiyorsa yapilacaktir şeklinde buyurmuş, günümüze anlam katmıştı.   Butun bunlar olurken ablamda benim ertesi günü uçabilmem icin internetten THY  bileti satin almakla mesguldü.  Havaalaninda sorduğumuz kadar olmasada yine de normalde business class da uçabileceğim bir fiyata bilet alabilmiştik.  Böylece, hem ülkeden kovulmuş hem de üstüne tonla para vermiştim, iyi mi? 

Bu hikaye benim Ingiltere’ye bekar olarak gidişimin sonu, Amerika maceramin da baslangici olmuştu.  Her şerde bir hayir mi var dedin?  Bakalim gorecegiz..

Suursuz American

Not: Bir onceki yazima yorum yapan okuyucularin yorumlarini yanlislikla silmis olabilirim.  Bunun icin ozur diliyorum.  Tekrar yazmak isterseniz silmeyecegime soz veriyorum.  Ayrica degerli yorumlariniz icin tesekkur ediyorum..



Seytan Ayrinti da mi Gizli??

Bir önceki yazımda Fasulye Siriği ile olan basarisiz ilk randevumdan bahsetmiştim.
Başarılı olan ilk randevu değil burada anlatmak istedigim.  İlk yanlız kalışımızda başıma gelenleri anlatmak istiyorum.

Sıradan, olaysız gecen üç görüşme ve iki haftadan sonra düz duvara tırmanmanın alemi yok deyip malum randevumuzdan once evde ne kadar cilek, antep fıstığı ve çikolata varsa afrodizyak etkisi yapsın diye yedim. 

Evden çıkmadan önce yaptığım tek şey bu değildi tabii.  Bir ay oncesinde Istanbul'dan gelirken ünıversiteden arkadaşım Gelincigin tavsiyesi ile o zamanlar yeni tanıştırıldığımız evde sir ağda kitlerinden, hani ucunda bir rulo olup microdalga fırında 30 saniye bekletip sonra istenmeyen tüylerinizden (bunu da hic anlamam istenen tüy var da biz mi bilmiyoruz.) üstüne kağıdını yapıştırarak sonsuza kadar kurtulduğumuz ağdalardan, almış yanımda getirmistim.   O ağdaların amacına ulaşacağı mübarek gün bugündür deyip bacaklarıma agda yapıp üstüne sıcak bir duş yapıp yeni yıkanmış skinny jeani de uzerime gecirdim.  Hazırlanma işinin en zor kısmı bitmisti.  Gerisi artik teferrüattı benim için.  Ayyy ne büyük kolaylıkmış bu sir ağda kiti, o zamanlar lazer yok ama ben son lazer seansını bitirmiş zannımca hiçbir zaman istenmemiş tüylerimden sonsuza kadar kurtulmus edasıyla bir rahatlamış aksami beklemeye baslamistim.  

Fasulye Sırığı ile yemeğimizi yemiş tatlı kısmına geçmiştik ki bacağımda bir yapışma hissi duydum ama bu hissi  hem pantolunun yeni yıkanmış olmasına hem de pantalonun super skinny olmasına bağlayıverdim.  Başka ne olabilirdi ki kaymak gibi bacaklarım vardı benim gecenin ilerleyen saatlerinde ekmeğini yiyebilecegim.   

Fasulye Sırığı ile birlikte benim eve gelebilmiştik sonunda.  Odama çıkarken "ben üstümü değiştirirken kendisi için içecek bir seyler hazırlayabileceğini söyledim.  Odama girip önceden hazırlamış olduğum şort takımımı giyip yüzümdeki makyajı silmeden hem guzel hem de seksi kadın imajım ile gecenin kaçınılmaz sonu için ilk hamlemi yapacaktım. 

Odaya çıkarken pantolonumun düğmelerini çözmeye baslamıştım.   Ama bir terslik vardı.  Pantolon popomdan inmiyordu bir türlü.  Super değil hiper skinny bu jean diye düşünüyordum butun enerjimi kotu götümden cikarmaya çalışırken.

Kendimi yatağın üzerine atmış çılgınca bir sağa bir sola dönerken küüütt diye yataktan düştüm.  Nasıl bir ses çıkardıysam sabırla benim aşağı inmemi bekleyen Fasulye Sırığı koşarak yukarı çıktı.  Çıktığı andan sonra benim gecenin ilerleyen saatleri icin planladığım hersey ikimiz için artık bir fanteziden öteye geçemeyecekti.  Debelenmekten saçım, makyajım birbirine girmis popomda sadece yarısına kadar indirebildiğim bir jean ile yüzüstü yerde yatmis hay şansımı miksinler bakışı ile adama bakıyorum.  

Fasulye Sırığı'nin "iyi misin?  Ne oldu sana?" soruları icin içimden sadece ebenin ki oldu kaldırsana lan beni dedim.  Dışımdan ise "bu lanet pantalonu cıkaramıyorum yardım eder misin lutfen?" diyebildim.  Adam elimden tutup yatağa oturmama yardim etti.  Yarisina kadar inen pantalonum çıkarken guzelim kaymak bacaklarimda mavi ile mor arasi bir iz bırakmıştı. 

Iste o zaman Gelinciğin bana çağımızın en son sikim sonic buluşunu tavsiye ederken küçük bir ayrıntıyı söylemeyi unuttuğunu anladım.  Bu mereti kullandıktan sonra duş alınmıyormuş duştan önce özel yağı ile temizlemek gerekiyormuş. Aynen ağdaci giybetor Emine'ye yaptirdiğim ağdalardan sonra olduğu gibi.   Evet ben bunu bilmiyordum.  Her otu boku da bilemem ya Suursuzum kızım ben.   

Fasulye Sırığı elektrik çarpmış gibi görünen tipime acımış olmalı ki "dur sana yardım edeyim" dedi. 
Önce paçalarımdan çekmeye çalıştı baktı yok olmuyor.  Bu sefer ayağa kalktım yukardan indirmeye çalıştı.  Pantolon ne kadar aşağı inse yukarıdan o kadar çirkin morumsu bir göruntü çıkıyordu. Kendimden tiksindigim an o andir iste. 

Bu manzarayı gören Fasulye Sırığı biraz şaşkın biraz da korkmuş bir ifade ile bir an durdu ve bana dönüp "ne ile karsi karsiyayiz burada?" diye sordu.  Canım dün akşam hapisten yeni çıkan eski erkek arkadaşım sevmenin dozunu biraz kaçırmış olabilir demek istedim.  Ama hiç tercihim olmamasına rağmen maalesef utanç verici gerçeği ve onun için yaptığım hain planları anlatmak zorunda kaldım. 

Zaten vucutlarımızın pozisyonu başından beri olmasını ancak o anda hic yaşanmamasını tercih ettiğim dikey pozisyonda olduğundan alnıma bir öpücük kondurup "hadi şu pantalondan kurtulalim" dedi sadece. 

Yarim saat kadar daha uğraştıktan sonra pantalondan kurtulduk ama bacaklarımdaki morumsu silikonvari yapışkanları da mutfaktan getirdigim pişirme yağı ile tırnaklarımızla kazıyarak çıkardık. 
Bütün iş bittiğinde ne bende ne de Fasulye Sirigi'nda derman kalmıştı.  Işimiz bittiğinde "ben artık gideyim yarın Londra'da sunumum var çok erken kalkacağım seni rahatsız etmeyeyim"dedi.  Israr edecek ne halim, ne yüzüm, ne de özgüvenim vardı.  O pantalon ile birlikte öz güvenimi de çıkarıp atmiştık elbirliği ile.  Onu suçlayabilir misin?  "Tamam o halde,  gece için özür dilerim"dedim.   Fasulye Sırığı kapının esiğinde durup "olur mu ben cok eğlendim hiç böyle bir yakınlaşma yaşamadim.  Sen yaşadın mı?" diye muzipce güldü, beni öptü ve gitti. 

Evren bir mesaj vermeye calışıyordu ama ben anlamamakta ısrarlıydım.  Uzunca bir süre de anlamadım zaten..

Suursuz American

Not: Bu yazimda Turkce kararkterler kullanmaya calistim ancak yazma hizimi cok dusurdugunden bazi yerlerde orjinal halime donmus olabilirim.  Turkce klavye ile yazma olayini da ogrenmeye calisiyorum, o da olacak insaAllah:)
Sevgiler

2 Şubat 2016 Salı

Havada ASK Kokusu Var!!

Havada Ask Var
Love is In The Air

Geceden sabaha beni Head Chef’lik mertebesine terfi ettiren muzenin kafesinden ayrilmis, sehrin merkezinde hem turistlerin hem de o dunyaca meshur universitenin ogrencilerinin akin ettigi bahsisi bol kafede calismaya baslamistim. 

Ingiltere’ye geleli yaklasik 10 ay oldugundan artik ingilizcem de “I don’t must” seviyemden bir cit yukari cikabilmisti. Bu da benim yeni insanlarla tanismami kolaylastiriyordu.  Calistigim kafe yeni insanlarla tanismak icin mukemmel bir yerdi. 

Gelen musteriler genellikle benim yas seviyemde, o unlu universitede okuyabilmek icin istenen ineklik mertebesine ulasmis, kari kiz gorunce cakralari acilan genclerden olusuyordu.  Eee ben de sarisin, enerjik ve oryantal bir kulture sahip oldugumdan birbirimizi tamamliyorduk.  Tadindan yenmez yani.   Hesap olarak goturdugum kagidin arkasina yazilan telefon numaralarinin haddi hesabi yok o kadar kaynasabiliyordum yani.

Bir pazar sabahi kafeden iceri Fasulye Sirigi gibi bir adam girdi.   O sirada baristalik sirasi ben de oldugundan deli gibi kahve siparislerini yetistirmeye calisiyordum.  O kocaman kahve makinasinin ardindan uzun boyu (gercekten uzun boyu) ve mavi gozleriyle dikkatimi cekmisti iste.

Icinde kahve olmayan cikolatali kurabiyeli sacma sapan ne mikim oldugunu bilmedigim kafenin menusunde olan ama musterilerin  siparis ettigi henuz gorulmemis ve  calisanlarin da yapmayi bilmedigi kime sorsam haa siktir cektigi bir icecek istedi.  Sonradan ogrendim ki adam kahve icmiyor.  Nerde antin kuntin oyyyykk seyler ve onu iciyor.

Oradan uydur burdan doldur bir icecek yapip kendim goturdum zat-I muhtereme.  Tam icecegi ilk defa yaptim kotu olmussa ozur dilerim diyecegim ki o gur sesi ve guneyli Amerikan aksani ile hizli hizli bir seyler soyledi.  Anaaam ne dedi simdi bu bana mi bagirdi ki acep falan diye dusunup tek kelime anlamadan tesekkur ederim deyip dondum o ait oldugum kocaman kahve makinasinin arkasina.

Ona servis yapan Cek kizi bulup kolundan tutup “nasil bir ingilizce konusuyor bu” diye sordum.   “O tas, Amerikali canim “diye isterik bir gulus atip isine geri dondu.

Hafta arasi bir kac kez de oglen ve aksam yemegi icin geldi.  Uzerinde o meshur universitenin adi yazan bir esofman takimi giydiginden okulun bir spor takimina ait oldugunu anlamistim.  Ama yine ne soyledigini anlamam diye ben hic servis yapmadim ona.  Iri cussesinden dolayi Fasulye Sirigini cafenin her kosesinden gormek mumkun oldugundan caktirmadan kenardan koseden adami kesiyordum.  Aralik ayinda iceride tshirt ile oturtugundan vucut hatlarini gorebiliyordum.  Bunu tepsiye koyacaksin agzina bir limon neyin tikayip aksam yatmadan once citir citir yiyeceksin gibi fanteziler kurarken cafede calisan diger Turk arkadaslarim bana Asik Leyla diye lakap takmislardi bile.   Cefeye gitmedigim gunler telefon acip Fasulye Sirigi’nin gelip gelmedigini soruyordum. 

Bir aksam kafenin paket servis bolumunu kapatma calismalarina baslamistik ki kendisi gibi uzun boylu, yine ayni esofman takimindan giymis iki kisi ile birlikte iceri girdiler.    Fasulye Sirigi sanki bir sey alacakmis da ne alacagini bilmez gibi vitrinden yiyeceklere bakiyorken arkadaslari da "hadi soylesene, simdi soyle iste" diye birbirlerine mirildaniyordu.  Sonradan cok unlu bir broker olan firlama arkadasi “tamam ben soylerim o zaman” dedi ve bana donup "biz bu aksam Christmas partisi veriyoruz ve bu Fasulye Sirigi sana onunla gider misin diye sormak istiyor” dedi sanirim.  Cunku o da bir Amerikaliydi ve ben Amerikanca anlayamiyordum henuz yarabbim.  Birer birer gondersen sunlari.

Fasulye Sirigi, arkadasinin girizgahindan cesaret almis olacak ki “gelirsen cok sevinirim “dedi.   Ben de yeni dutulmus saf tavuk edasiyla “tamam olur “dedim.
Kafasini yerden kaldirmadan elindeki browniyi yerken yuzunde utangac bir gulumse ile  kafeden cikacakti ki esikten geri donup “telefon numarami vermem lazim sanirim” dedi.
Hala ayni tavuk kafasinda oldugumdan “yaa evet cok iyi olur “dedim ve kagit kalemi uzattim yazmasi icin.  Uzatmayaydim daha iyiydi.

Kagidi alip kafeden ciktiklarindan emin olduktan sonra hemen ustumdeki onlugu cikarip halaya tutusmustum ki geri geldi bu Sirik.  Beni bir elim havada onlugumu salliyor diger elimi belimin arkasina koymus tam one egilir pozisyonda gordugunde sordugu soruya pisman olmamis ki “geleceksin degil mi?” diye bir soru sordu.  Hi hi diye evet anlamina gelen bir hirilti cikarabildim sadece.

Hemen bu isler icin yan sanayi olan Turk arkadasim Sarmasigi aradim.  Sarmasik ismini layik gordum ona cunku kiminle tanistirdiysam kiminle halvet olduysa hepsine asik olup yapisip kaldi kiz yahu.  Neyse bu Sarmasik’la benim evde bulusup saciydi makyajiydi, ustu basi derken attik kendimizi evden.  Adresi sormak icin ise hele bir hazirlanma faslini bitirelim once, sehire dogru yururken de yoldan mesaj atarim diye dusundum.  Telefon acmam fantastic bir secim olurdu adami sadece bla bla bla soundu olarak anliyordum.  Telefonda konusabilmek ne demek.  “Ben mesaj atayim en iyisi”dedim.  Kagitta yazan numaraya mesaj attim ama donen Linda oldu.  Yanlis kisiye mesaj attiniz galiba diye bir cevap geldi.   Yok artik yanlis numara da verecek degil ya.  Numarayi Sarmasik’la birlikte tekrar kontrol ettik.  Eee dogru numaraya mesaj atmisitim.  Numara dogruydu da kisi yanlisti caniimm yaa.  Ben de numarami vermemistim ki bu Fasulye’ye.

Gecenin 11’inde  Pretty Woman filminden firlayip gelmis iki kiz bilmedikleri bir adres icin sehire dogru yuruyorlardi.  Ulan Fasulye Sirigi sen neyin kafasini yasiyorsun. Gecmiste canini cok yaktigim biri mi gonderdi seni?  Kesin bu sarmasigin nazari dedi.  Evden cikarken “cok guzel oldun kiz sen “diye bir cumle sarfetti ya, bu kizin maasallah dedigi 3 gun yasiyor.  O menem bir sey yani.

Neyse moral bozuklugu, buz gibi hava, yolda yedigimiz tacizler falan derken eve geri donelim diye tutturdum.  Eve donduk, fabrika ayarlarimiza geri donup pijamalari giydikten sonra bir sise sarap acip ne olacak bizim bu hallerimiz nidalari esliginde efendi gibi benim yatagimin ustunde sizip kalmisiz.

Oglen yemeginde baslayacak olan siftime de bir isteksiz gittim ki sorma.  Sacimi bile taramak istemedim yani o kadar.  

Iceri girdim herkese selam verirken cafenin ortasindaki masada oturan Fasulye Sirigi ile goz goze geldik.  Bana asik Leyla ismini koyan arkadasim kolumdan cekip cok gizli bir devlet sirrini paylasir bir hal ile kendi sesini bile duyamayacak bir tonda “yaklasik iki saattir burada oturuyor.  Seni mi bekliyor kiz bu “diye kulagimin icine kikirdedi.

Kafami yukari kaldirip yeni ergen kiz tribi ile gormezden gelip yanindan gecmeye calisirken selam diye bana seslendi.  Dislerimi sikip yanina gidip “nasil yardimci olabilirim ?”diye sordum.  “Neden gelmedin?” Diye sordu.   “Neden yanlis numara verdin?” Diye cevap verdim.  Bana haa, bana yapilir mi bu numara, kimsin lan sen demek istedim ama ayni dili henuz konusamiyorduk sansli pic seni.

“Yanlis numara vemek mi?” diye tekrar etti soylediklerimi.   “Sana herkesin bana ulasabildigi tek numarayi verdim, bilerek ve cok isteyerek” dedi.  Cebimden numaranin yazili oldugu kagidi cikarip “bu numarayi verdin ve ben de senin yerine Linda adinda bir kadina yazdim” dedim.   Numarayi tekrar ederken benim 1 diye gordugum rakamlari 7 diye okurken durdum onu.  “Ne dedin bu 7 mi ?”diye sordum.  “Evet 7 degil mi bunlar sence” dedi.  O kagitta tam uc tane 7 vardi iyi mi?  Sen dusun gerisini artik.


Fasulye Sirigi bu olayda yasananlari kendi el yazisindan 7 rakaminin anlasilamamasina bagladi ve  benden 100 kere falan ozur dileyerek butun gece beni bekledigini soyledi.  Aksam icin tekrar cikmayi teklif etti.  Bu sefer isi saglama alip ben ona kendi numarami verdim.   

Bu suursuzu suursuz American yapan Fasulye Sirigi ile basarisiz ilk bulusma girisimimiz boyle oldu iste. 


Suursuz American  

1 Şubat 2016 Pazartesi

Kulkedisi mi? Iste O benim!!

Sana ikinci isim olarak Oxford Universitesi'nde temizlik yaptigimdan bahsetmistim ya iste hikaye oradan basliyor. 

Yine Kivircik ve ben okulun bos sandigimiz Profesorlerin ofislerin bulundugu koridorda cirit atarken Tarcin odasindan kafasini cikarip gurultunun kaynagina yani bize dogru gulumseyen bir bakis atti. Iste O'nu ilk o zaman gordum.  30'lu yaslarinin basindaydi.  Uzun boyunu, zeytin gibi gozlerini ve esmer puruzsuz tenini hatirliyorum o kisacik bakismadan.  Kivircik'a "kim bu? ogrenci mi?" diye sordum.  O da bilemedi kim oldugunu, yeni gelmis.  Kivircigin ingilizcesi daha iyi oldugundan odasindaki copleri alirken ben sorarim kimmis kimin nesiymis diyerek ziplaya ziplaya odasinin kapisini calmaya gitti.  

Kapinin dibinde bekleyen bense hic anlamadigim Ingilizce muhabbetten sadece Kivircigin kikirdamalarini anlayabiliyordum. Kivircik icerden cikinca sordum kimmis laaann diye.  
Profesormus kiziimm, okula yeni gelmis. Harvard'dan doktorasi varmis bir de Hindistanliymis.  "Iyyyk Hintli miymis?"diye agzimi burusturup mundar dedim kedinin ciger hikayesinde yaptigi gibi.  Kivircik'da o kivir kivir hic toplamadigi saclarini savurup ondeki o iki ayrik disini gostererek bir kahkaha atti suratima ama hak etmistim. Kimsin lan sen hademe bozuntusu der gibi.  Ama atladigi sey sarisin seksi ve dibine kadar hirsli bir hademe bozuntusu oldugumdu.  

Takip eden gunlerde Kivircigi bir sekilde atlatarak Tarcin'in odasina hep ben gittim. Cogu zaman olmuyordu o saatlerde odasinda ama oldugu zamanlarda da muhabbettimiz benim onun soylediklerini anlamadigimi anladigindan beri sadece "Hi! How are you?" dan oteye gecmiyordu zaten.  Sanirim bir ay sonrasinda onun bana attigi kacamak bakislardan cesaret almis olacagim ki kendisine bir mektup yazmaya karar verdim.  Evet bildigin mektup dostum.  Konusamiyordum ama kopyala yapistir ve sozluk yardimi ile fena dokturuyordum. 

Neyse bir gece oturup ondan hoslandigimi ve bir aksam bir seyler icmek istedigimi soyleyen telefon numaramin da yazili oldugu bir not yazdim.  Ertesi gun odasinda olmadigindan emin oldugum bir saatte rutin islemimi yapmak icin odasina gittim ve notu masasina biraktim ve geri donmemek icin hizlica isimi bitirip okuldan ciktim.  Artik geri alamazdim ve beklemekten baska bir care yoktu. en kotusu de eger aldigim sinyaller hadi cakisalim sinyali degillerse bir daha bok yuz yuze gelirdim kendisi ile. 

Ertesi gun ne yaptigimi Kivirciga anlattim ve hasta oldugumdan ise gidemeyecegimi soyledim. Telefonun diger ucundan SALAAAAKK diye tiz bir ses geldi o kadar.  Butun geceyi telefona bakarak gecirdim, telefonda gelmedi, mesajda. 

Ama o SALAAAAAKK ertesi gun tam umudunu kesmisken Tarcin'dan bir mesaj aldi. Yeeaaayy iste o mesaj butun gunumu degistirdi.  Mesaji anlamistim ama hemen okulda Kivircigi bulup ona da okutup dogru anladigimdan emin olmak istedim.  Kivircik gozlerini kocaman acarak saskin saskin "seni yemege cagiriyoo laan buu" deyince ooohh dogru anlamisim diye bir rahatlama arkasinda da ne giyecegim lan ben simdi diye de bir panikleme hali geldi.  Kivirciga hemen  tamam, nerede, ne zaman sorularima cevap bulabilecegi bir mesaj atmasini buyurdum, resmen hadiii laaan atsana seklinde bir buyurma.  

Neyse ki gunduz yaptigim isimin de off oldugu bir gundu de Kivircigi da yakasindan pacasindan tutup nolur noolurr nidalari esliginde eve getirebilmistim. Dolabimda ne kadar seksi gorunen ve Tarcin'in beni okulda gordugu hademe/temizlikci kimligimden uzaklastirabilecek kiyafet varsa hepsini el cabuklugu marifet ile yatagin ustune ativerdim. Kivircik'dan gelen bu olmaz cok sillikvari bu da olmaz cok cemaat sohbetine gider gibi bu hic olmaz cok masum yorumlarindan sonra en sonunda dogru kombinasyonu bulmus olmaliyiz ki Kivircik yine ayrik dislerini gozume sokan gulumsemesi ile iste bu oldu diye histerik bir ciglik atti.  Kivircik aynadaki halime bakarken ellerini birbirine vurarak "iste budur aradigimiz classy ve seksi kizzziiim" diyordu kendi kendine. Makyajiydi, saciydi, bir sise beyaz sarabin dibiydi derken tataaaa buyuk bulusmaya hazirdim iste.  

Sehrin merkezinde ki sik Italyan restoranlarindan birisinde bulustuk.  Kapidan girdigimden kafasini iki kere cevirip masasina gelisimi saskinlikla izlediginden hergun gormeye alisik oldugu hademe kizi gormeyi bekledigine yemin edebilirdim.  Ilk soyledigi sey "mesajini aldigima memnun oldum' demesinden cakisma bakislarindan dogru sinyali aldigimi anlayip dunya kupasinda ulkesine kazandiran golu getiren futbolcu edasiyla yanina oturuverdim.  Ayni dili konusamiyor olmanin verdigi eziklikten mi yoksa adamin simsiyah zeytin gozlerinin icine dustugumden mi elimi kolumu koyacak yer bulamiyordum. Evden cikarken beyaz sarabin etkisi ile zaten cakir keyiftim Tarcin'da ben gelene kadar bir sise sarap soylemisti.  Ben simdi bunu da icersem dilim cozulur elime koluma bir yer bulabilirim dusuncesi ile saraba abandim resmen.   Bu tecrubemden cikardigim sonuc su; ya alkol beyindeki Ingilizce anlayan kapaklari aciyor ya da ne soylemesini istediysen onu soyledigini dusundurup seni mutlu ediyor.  Her iki durumda da kesinlikle tavsiye edilir.  

Kafam guzeldi ama soyledigi hicbirseyi kacirmamak adina beynimin butun hucrelerini soylediklerini anlama goreviyle ustune saldim ama nafile bes soylediginden ucunu ya anladim ya anlamadim.  Basimin zonklamasi da cok guzel oldu ustune.

Tatlilarimizi bitirirken seni eve birakayim cumlesini duydum (daha onceden calismistim bu cumleye).   Olur deyip ustumdeki peceteyi masaya birakip ayaga kalktigimi elimi tutup beni yavasca yerime oturtmaya calisirken anladim.   Dudaginin kenarindan muzipce gulumseyerek "once hesabi odeyelim istersen" dedi.  Hesabin odenmesi ve restorandan cikisimiz bitmedi bitemedi Allahim yaa.   

Restorandan cikarken tam bir centilmen gibi elimi alip koluna girmemi istedi. Bunun tercumesi ben de cok iyi vakit gecirdim kiz ne iyi yaptin da masama o notu birakip kactin, iyi oldu bak bundan sonra ki hayatimi seni mutlu etmek icin harcayacagim.  Vucut dili bu boru mu?  Anliyoruz herhalde. 

Arabada eve gelirken pek bir sessizdik tek konustugumuz sey sagdan, soldan ve duz gitmek uzerine oldu.  Kapima geldik arabasini park etti.  Bu bolumu de calismistim kahve icmek ister misin diye sorup iceri cagiracaktim.  Bir kez o esikten iceri girdi mi onun geri donusunun olmadigini henuz bilmiyordu ama onun icin super fantastic planlarim vardi.  Kendimi takma dislerini cikarmis ellerimi ovustururken gordugum bir kareden uyandirdim kapinin onune geldigimizde. Daha ben Kivircigin bana ogrettigi repliklerden hangisini soylemeliyim diye dusunurken dirseklerimden tutup yanagima bir opucuk kondurup "cok guzel bir aksamdi, tesekkur ederim" ve bunun gibi bir seyler daha soyleyip dudagima bir buse kondurup arabasina gitti.  Gozu kor olsun su ingilizcenin soyle kollarimi acip gitme dur gitme dur ne olursun nasil soyleniyordu yaa.    Bilseydim bacaklarimi tras etmezdim lan hic de sevmem trasli bacak hissini ama bu kadar kisa surede ancak bu kadar oluyordu iste.  

Eve girip telefonumda  gece boyunca gormezden gelmeye calistigim Kivircik'dan, Huysuz'dan ve ablamdan gelen mesajlari okudum.  Icim daha beter sisti.   Ne diyecegim simdi ben bunlarin "Yuru be kizim kim tutar seni"  Ingilizce kopegin olsun " ve bunun gibi iki aslansin bir kaplansin gazvari meajlarini okudum. Yurumek ne demek acicik Ingilizcem olsa gomerdim ben bu dudugu ama kahpe kader kem talihim iste. 

Sonraki iki gun Tarcin'i okulda ya da disarida goremedim.  O iki gun boyunca mesaj da gelmedi. Ben de ona yazmadim.  Hademeyiz ama gururluyuz di mi?   Aksam yorgunluktan bitip tukenmis evde dort donum bostan yan gel yat Osman modunda takilirken telefonumdan biip diye bir ses geldi.  Tarcin yememis icmemis sanki O'nu gormedigim iki gun boyunca bana mesaj yazmisti.  Kitap gibiydi valla.  Oldugu gibi aynen acil tercume edilmesi gerektigini buyurarak Kivirciga forward ettim ozel kalem mudurum olur kendisi.    Mesajin tercumesi soyle geldi; Benim ne kadar hos, guzel ve cekici bir bayan oldugumdan beni incitmekten korktugu ile baslamis sabi sonrasinda ise kendisinin bir Hintli oldugundan (sanki bunu unutmak istemiyormusuz gibi)  Hint geleneklerine ailevi ve maddi sebeplerden oturu ne kadar bagli oldugundan (eee ben de baglanirdim ne var ki uzun uzun ust uste kumaslar giyip dans edip sarki soyluyorsunuz) ve en guzelini de sona saklayarak babasinin onun icin Hintli ust duzey bir ailenin kiziyla evlilik ayarladigini onumuzdeki hafta sonu Hindistan'a gidip nikah yapacagini soyleyip kapanisi yapmis.

Kivircik'dan hemen bu mesaja layik bir cevapla  mutlu olmasini diledigimi yazmasini istedim.  Kivircik'da sagolsun yarim saat icinde uzuuun bir mesaj yazarak bana gonderdi. Iceriginde ne yaziyordu cok anlamamakla beraber bir iki happy kelimesini gorunce tamamdir deyip Tacin'a gonderdim.  


Tarcin'la o mesajdan sonra hic konusmadik, onun odasina ben gitmedim artik. Birkac sefer koridorda uzaktan gordum.  Ta ki iki sene sonrasinda sehirde bir pub da karsilasincaya kadar.  Gordugumde cok degismisti kocaman bir gobegi olmus, saclari dokulmus ve sakallari korkunc gorunuyordu.  Ingilizcem de evvel allah almis basini gitmis oldugundan ozguvenimi de alip yanina gittim.   Bana "cok iyi gorunuyorsun" diyebildi.  Sen degismissin diye cevap verdim sadece. Halinden de anlasildigi uzere evlenmis o Hintli kiz ile.   Bana ona attigim son mesaji hala sakladigini zaman zaman okudugunu soyledi.  "Himmm" diyebildim sadece. Cunku ne bok gonderdigim hakkinda hicbir fikrim yoktu.  Simdi Kivircigin ne yazdigini anlayabilecek  olmama ragmen o telefonu Londra da bir taksi de heber ettigimden nasil bir acitasyon yaptiysam etkilerinden bi haberdim.   Hicbir zaman da ogrenemedim. 

Suursuz American