Beni Amerika’ya ilk defa
götürecek olan Delta Havayollarına ait uçak yavaş yavaş inmeye baslamışken içimi
heyecanla karışık bir belirsizlik duygusu kapladı. Ingiltere’ye ilk gidişim gibi değildi. Bir kere beni orada bekleyen, ne zaman
kuyruğum sıkışsa arayabileceğim bir ablam yoktu. Zaman mefhumundan yoksun tacizlerimden gına gelip bir gün
yetti laan demedi Allah için. Ablamın adı Telli, (adı bu değil tabii, kendisi 20’li yaşlarının başında 3 sene
dişlerinde tellerle dolaştığı için bu ismi uygun gördüm ona) bakma burada
ablam diye bahsediyorum sürekli, kendisine
bir gün abla demişliğim de yok. Bana
iş bulsana Telli, bana ev bulsana Telli, bu aksam randevum var ne giyeyim Telli, seytan kulağına kurşun derken tahta
yerine metale vursam yine de olur mu Telli ve bunun gibi akla zarar ehemmiyet
arz eden konularda kendisine çok
defa beyin boklaşması yaşattığım doğrudur.
Ingiltere’de ki düzenime
de alışmıştım sanırım. Şimdi
tekrar aynı zorlukları yaşamaktan da korkmuş olabilirdim tabii. Amaan sonuçta burası benim düzen
kurmam gereken bir yer değildi. Nasılsa sadece 3 ay kalıp, master için
Ingiltere’ye geri dönecektim.
Sadece
Amerika’yı yeniden kesfedecektim, o kadar. Yani benim planım buydu.
Sonunda kendimi uzun
pasaport kontrollerinden ve bavul karusellerinden kurtarabilmiş kapının diğer
tarafında beni bekleyen Fasulye Sırığı’nın kollarına atabilmiştim. Havaalanının ortasında ''Only You'' filminden çıkıp gelmiş gibi öpüşüp hasret
giderdikten sonra ‘’aç mısın?’’diye sordu. Daha cevap vermemi beklemeden ‘’çok iyi, şimdi hemen
hızlı bir şekilde birer sosisli yiyelim çünkü yetişmemiz gereken bir NBA maçı
var. Hadi acele edelim. ‘’
dedi. Ukala dümbeleğine bak sen. Kan
şekeri düşmüş, yerlerde, her an çok tehlikeli olabilecek bu kadın on
beş saattir uçup, sokakta kuzu görse kanlı canlı kesip yiyebilecek kadar açken
sen ne sosislisinden, ne NBA maçından bahsediyorsun demek istiyorum ama kan
şekeri seviyemin kibarlığımı ele geçirmesine izin vermeyerek niyetinin iyi
oldugunu düsünüp, tutuyorum kendimi.
Sosisliydi, NBA maciydi
derken yorgunluktan, bir saat boyunca Serdar Ortaç şarkısı dinletilmiş gibi, saga
sola yalpaliyorum ama bir sorun oldugu da gözümden kaçmıyor. Fasulye Sirigi sürekli telefonda
birileriyle “durum nasıl şimdi? Tamam mı gelelim mi?” falan gibi şeyler
konuşuyor ama bana birşey söylemiyor henüz. Zaten kafam uçak gürültüsü, NBA maçı hengamesi ile o kadar
dolu ki baska bir bilgi almak da istemiyorum.
Artik eve gidiyoruz hadi
arabaya binelim derken Fasulye Sirigi ikina ikina agzindaki baklayi cikardi. “Iki gun once annemin üç aydir baska
birisi ile ilişkisi oldugunu öğrendik.
Evdeki durumlar biraz karışık” diye bıraktı bombasını. Yavru kedi bakışlarımla “Eeee, gitmeseydik
o zaman eve, ne diye aç, susuz, bu günü otuz bir saat yaşamaktan bitap düşmüş bu kadına eziyet
ediyorsun, bir otele gitseydik?” diye sordum. “Annem seni görmek istiyor” diye cevap verdi. Yorgunluktan bütün çakralarım kapanmış,
saat farkı tarafından beynim sikilmis, zaten Telli’de yok deyip acıların kadınına bağlayıp arabada salya sümük ağlamaya başladım. Amerika’da ki ilk günüm ve ben şimdiden
depresyonun dibindeyim, harika gidiyorum yani.
Böyle bir zamanda beni görüp
ne yapacaksın canım yaa. Ne dememi
bekler acaba? “Ooohh ne iyi
yapmışsın da çeşit yapıp elin adamını üç ay çatır çatır götürmüşsün ama oğlun
bana senin telefonundan mesaj atarken yakalanmasaydın iyiydi be canım” demek
istiyorum ben. Artık bir doğaçlama
yapıcaz bu durum karşısında.
Eve geldik ki ev dinamit
patlamış gibi hiç bir şey durması gerektiği yerde durmuyormuş gibi dağinik. Yerler kadin kiyafetleri, iç
çamaşirlari ve çarşaflarla kapli.
Hepside bir cinnet anı sırasında öylece savrulmuş gibi geldi bana. Babasi hiç odadan çıkmadı bütün
gece ama annesi önce manzara icin özür dileyip sonra hoşgeldin deyip sarıldı
ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözleriyle.
Fasulye Sırığı’nın annesi ellili yaşlarının başında ama spora borçlu
olduğu ince yapısından dolayı en fazla kırk yaşında gösteren sarışın, uzun
boylu, güzel yüz hatlarına sahip, hoş bir kadındı. “Sizin için
yukarıdaki odayı hazırladım, eşyalarını beraber götürelim “derken başıma gelecekleri
düşünüp ingilzce bilmiyormuş numarası mı yapsam acaba diye içimden
geçiriyordum.
Yukarıya çıkarken az önceki ezik halinden gayet uzak bir ses tonuyla “onu aldattığım adamla birlikteyken giymiş
olabileceğim bütün eşyalarımı atmamı yenilerini almamı istiyor. Yerdeki kıyafetleri ve çarsaflari da odadan kendisi attı. Yarın da Las Vegas’a nikah tazelemeye
gidiyoruz. Seninle okul başlayana kadar vakit geçiremeyeceğim için çok üzgünüm”
dedi. Yok artık mezhebin genişliğine gel diye
düşünürken ayağımın tozuyla ilk kültür şokumu yaşamıştım. Aynı anda da bu olayı kendi anlı şanlı
Türk kültürümüz ile karşılaştırıyordum.
Biz de olsa ben ayağımın tozuyla önce bu eve annesinin cenazesine sonra
da ilk görüş gününde de hapishaneye babasına don,atlet, sigara üçlüsünden
oluşan ihtiyaç paketini vermeye giderdim.
Bu kültür şokunun üstüne birde uykusuzluktan incecik bir çizgi haline
gelmiş gözlerimi son kalan gayretimle açık tutmaya calışırken, sanki kırk
yıllık iki dostuz da kocasını aldatan Mualla’nın dedikodusunu yapıyoruz havasında
diğer adamla olan iliskisini, nerede ve ne sıklıkta seviştiklerinin ayrıntısına
varan kadar bana anlattı.
Annesi kendisini kaptırmış anlatıyorken bir iki kere içim geçmiş gözlerimi
kapatmıştım ki ‘’sen ne düşünüyorsun bu konuda?’’ diye sordu. ‘Kendimden bile beklemediğim politik ve görmüş geçirmiş bir tavırla ’Umarım ikiniz için de en iyisi olur, ama şunu aklından çıkarma seni sevdiği için seni affedebilir
ancak hiçbir zaman unutmaz’’ diye cevap verdim.
Anne ve babası ile daha
fazla vakit gecirip ikisini de yakından tanıma şansına nail olduktan sonra bu
ikisinin birbirine layık olduğunu düşünüp bunu hakettiklerine kanaat getirdim. Fakat,
bir konuda haklıydım, kocası bu yaptığını hiç unutmadı. Annesinin, kendisi ile evli kalmasını
boşanırsa tazminat alamayacağına dair bir kağıt imzalatarak sağladığı bu
evlilikte her fırsatta unutmadığını dile getirip beraberliklerini çekilmez hale
getirerek hala alıyor intikamını.
Işte sana milyon dolarlık bir soru. Peki, bu psikolojide ki bir kayınvalide ne yapar? Tabii ki en yakınındaki, en savunmasız,
iyi niyetli gelinine sarar. Maalesef
o gelin de bendim.
Şuursuz American
Not: Yazılarım ile ilgili merak ettiklerinizi, yorumlarınızı ve düşüncelerinizi anlık paylasıp interaktif bir şekilde iletişim kurabileceğimiz twitter hesabıma Suursuz American kullanıcı adı ile ulaşabilirsiniz. Bence çok güzel olur..
her okuduğumda bi sesli gülüyorum kesin.. yine cok eglendim.. siz american lar ne diyorr, great!;)
YanıtlaSilYazilarini her gun merakla takip ediyorum sevgiler
YanıtlaSilSiz boyle her gun takip ediyorum dedikce isi gucu birakip her gun yazasim geliyor:) Sevgiler
YanıtlaSil