Mart 2005
Amerika’ya geleli üç ay olmus ve ben buraya geliş
sebebebimin bütün gereklerini yerine getirmiş ve kıçımı kırıp oturup IELTS sınavından 7.0 skorunu
almıştım. Bu arada en iyi üçüncü skor olur kendileri. Peki Amerika’yı yeniden keşfettim mi? Sınırlı bütçesi ile İngilizce dil
okuluna gelmiş, yurtta kalıp karnını genel olarak Subway sandwich ve Varsity
burger ile doyuran bir öğrenciye
göre Fasulye Sırığı ve ilişki durumları karışık ailesinin sayesinde
üniversitenin dışındaki Amerika’yı da görme şansım oldu.
Beni yurda ve okuluma yerleştirdikten bir hafta sonra
Oxford’a doktorasına dönen Fasulye Sırığı bahar tatili için geri geldiğinde ailesi
ile birlikte önce Bahamalar'a US Virgin Adaları’nda kardeşinin basketball turnuvasını
seyretmeye gittik. Adanın her
yerinden karşına Iguana çıkıyor. Türkiye’de sokakta başı boş dolaşan
kedi köpek görmekle arabaların durup önünden serseri bir Iguana’nın ağır ağır
geçmesi, bir sure sonra aynı
normallikte karşılanıyor. Adanın iyi tarafı da Aloe Vera bitkisi bütün adayı
kaplamış olması. Bu bitkinin yanından geçerken yaprağını kırıp çıkan sütü yüzünüze
gözünüze bulayabiliyorsunuz. Ben
öyle yaptım.
Artık dönüşüme on gün kalmıştı ki onun da bir haftasını
Miami ve Orlonda’da Disney World’de geçirdik. İlk önceleri zorla bindirildiğim roller coasterlardan
sonrasında adrenalin bağımlısı haline gelmemden dolayı her seferinde neredeyse
ağlayarak indiriliyordum. Her şey
çok güzeldi de yakında Türkiye’ye dönecektim. Fasulye Sırığı’da doktorasını bitirmek için Oxford’a geri
gidecekti. Ya sonrası ne olacaktı? Bu konu hakkında ne ben bir şey
söylüyordum ne de o bir şey soruyordu.
Miami’den dödüğümüz günün akşamı anne ve babası, kardeşleri
ve birkaç arkadaşımız ile birlikte bir yemek düzenlemişlerdi. Anne ve babası bir kaç işi halletmek
için dışarı çıktıklarından ben de evde yalnız başıma akşam için hazırlanmaya
başlamıştım. Fasulye Sırığı’da
benim bir işim var saat yedi de gelir seni alırım diyerek çıkmış bana hazır
olmam için zaman vermişti.
Alt kattaki ışıkları yakmadan odamda ki banyomda
hazırlıklarımı bitirmeye çalışırken bir arabanın garaja yaklaşan ışıklarını
gördüm. Evde olduğumu biliyordur
zaten. Burada buluşmamızı kendisi
buyurdu diye düşünüp ben de kapıyı açmak için aşağıya inmedim.
Saçıma makyajıma son rutüşleri yapıyorken arabasının
ışıklarını gördüğüm Fasulye Sırığı garaj yolunda bir iki dakika bekledikten
sonra arabasını tekrar çalıştırıp içeri girmeden evden ayrıldı. Garaj yolundan ayrılan arabasının
sesini duyarken emin olmak için camdan baktım ve adamın beni evde bırakıp
gerçekten gidiyor olduğunu gördüm. Adam beni almadan gitmişti. Eve beni almaya geldiğini hatrlatmama
gerek yok sanırım. Hadi evin
ışıklarını ben yakmamıştım da bir aramak da mı aklına gelmedi keko diye sinirden tırnaklarımı
yemeye başlamıştım. Hemen cep telefonundan aradım ama şarjı bitmiş olmalı ki
telefonu kapalıydı.
Nasıl olsa restauranta gittiğinde beni göremeyince geri
döner diye düşündüm. Ama
restaurant trafikle birlikte en az kırk beş dakika uzaklıkta olduğundan dönmesi
bir buçuk saat sürecekti. Ben de
mutfağa inip bir şeyler atıştırıp televizyon seyredeyim bari deyip aşağıya inip
beklemeye başladım. Restauranta
gittiğinde beni orada göremeyen bu sazan hemen beni arayıp “ışıkları yanık
görmeyince annemle beraber gittiğini düşündüm evde bekle dediğimi unuttum. Bin
kere özür dilerim, hemen geliyorum” deyip telefonu kapattı. Beklemekten ve sinirden o kadar
çok abur cubur yedim ki açlıktan eser kalmamıştı artık. Tam iki saat sonra ben makyajımı
cıkarmış, pijamalarımı giymiş kafamdan dumanlar çıkarken Fasulye Sırığı eve
gelebildi. Karanlıkta elimde
kocaman bir kase dondurma televizyon karşısında pijamalarla oturup ateş saçan
gözlerimi kısarak baktığımı görünce “seni benim için çok özel bir yere
götürücem lütfen benimle gelir misin?” diye sordu yalvarır bir ses tonu ile.
Ayağa kalktım üstümü değiştireyim o arada da söyelenirim
biraz derken elimden tuttuğu gibi kapıya doğru giderken “boşver üstünü
değiştirmeni bekleyemem şimdi” deyip kolumdan çeke çeke arabaya bindik.
Arabaya bindim ama hiç konuşmayarak ona sessizlik cezası vermeye
çalışırken o sürekli “özür dilerim, evde buluşacağımızı unuttum, lütfen
barışalım”diye yol boyunca konuştu.
Kafamı cama çevirip söylediklerine hiç cevap vermiyorken, gittiğimiz
yolu daha önce hiç görmediğimi fark ettim. Nereye gidiyoruz diye carlamak istiyorum ama tribimin
bozulmasını da istemediğimden meraktan dudaklarımı yiyordum.
Gecenin bir yarısı üstümde pijamalarla bir tepenin üstündeki Amicalola State Park’a gelmiştik. Buraya
daha önce gelmemiştik ama orada bir Şelale olduğunu ve kafası karışıkken
rahatlamak için buraya geldiğini anlatmıştı, hatırladım.
Şelalenin bütün heybetiyle aktığını görebileceğimiz bir park
alanında arabayı durdurdu. Gecenin
o saatinde bizden başka belki bir yada iki araba daha vardı, o kadar. Neden geldik buraya diye sormak
için kafamı çevirdiğimde Fasulye Sırığı’nın çok gergin görünüp içinden bir
şeyler mırıldandığını fark ettim.
Sadece “her sey yolunda mı, iyi misin sen?” diyebildim sessizce.
Hiç birşey söylemeden arabadan indi, benim kapımın orada
durup derin bir nefes alıp kapımı açıp dizlerinin üzerine oturdu. Neler oluyor, neden buradayız soruları kafamın içinde tepinirken Fasulye Sırığı elimi tutup, derin mavi gözlerini
gözlerime dikerek “Suursuz seni
seviyorum ve hayatımın geri kalanını seni severek geçirmek istiyorum. Benimle evlenir misin?” diye sorup içinde tek taş bir yüzük
olan kutuyu açıp bana uzattı.
Ondan sonra da bir şeyler daha söyledi ama o sırada içimden nasıl olur,
nasıl evleniriz, hayatımın bundan sonrasını herkesten, her şeyden uzak
Amerika’da geçirebilir miyim? Yahu
iki gün sonra gidiyorum, biraz düsüneyim desem o da olmaz. Annemlere ne diyeceğim şimdi. Telli’nin kocası da yabancı olduğundan
Birlesmiş Milletler, Türkiye ayağını babama bıraksa olur yani diye
düşünüyordum.
Kafamın içinde kırk tane tilki dolaşıyor ama hiçbirinin
kuyruğu birbirine değmiyorken Fasulye Sırıgı’nın gür sesi iç sesimin sesini
bastırıp “Suursuz, bu kadar düşünmen iyiye işaret değil sanırım” diye bir iç
çekti. Yüzünü ellerimin arasına
alıp bu adama aşığım gerisi teferrüat diye düşünüp “ Evet seninle evlenirim”
deyiverdim.
O kadar sevindi ki iri cüssesi ile arabada oturan bana
sarılmaya çalişırken dirseği ile burnuma öyle bir çarptı ki yıldızları
gördüm. Burnumun kırıldığını
düşündüm.
Eve dönüş yolunda ben parmağımda duran parlak şeye bakıp
alışmaya çalışırken o da daha önceden çalıştığı belli olan bu evlilik meselesi
gitmeden nasıl halledilecek onun planlarını anlatıyordu. İçimdeki ses ise susmak
bilmiyordu. Telli’nin sesi ile
“harika, yine başını sokacak bir bok çukuru daha buldun, aferin sana. İlk annem tebrik edecek seni bak
görürsün” diyordu.
Bütün bu gel gitlere rağmen ertesi günü üzerimde bir jean,
bir tshirt ile mahkeme salonuna gidip Fasulye Sırığı ile evlendim. Bundan sonrası için bir planım var
mıydı? Tabii ki Hayır. Her şeyi olacağına bıraktım ve Istanbul’a
döndüğümde düşünürüm planından başka bir plan yapmadım.
Ertesi gün birlikte havaalanına gidip ben Istanbul uçağına,
Fasulye Sırığı’da Oxford’a gitmek için Londra uçağına bindi ve bir hafta
sonrasında Istanbul’da buluşmak üzere herkes kendi yoluna gitti.
Yeni evli bir çift olarak ilişkimizi zorlayan engellerin
ilkini İstanbul’da yaşayacağımızı bilmiyorduk henüz. İşin en boka sardığı yer de burada başlıyor işte.. Hali hazırda evli bir kadın olarak annemleri bu adamla evlenmeme izin vermeleri konusunda ikna edebilecek miydim? Hepsi ve daha fazlası yakında..
Suursuz American
Heyecanla takip ediyorum.... Her gun bakiyorum sitenize yeni yaziniz var mi diye...
YanıtlaSilYeni yazinizi heyecanla bekliyorum !!! :D
YanıtlaSilvay be:) ne guzel bir spontane.. ne tatlış bir teklif.. darısı başıma:))
YanıtlaSilInsallah Ozlemcim.. Senin cok daha guzellerini yasaman dilegi ile, sevgiler.
YanıtlaSil