12 Şubat 2016 Cuma

Kim Evlenmiş? Ben mi?


Mart 2005

Amerika’ya geleli üç ay olmus ve ben buraya geliş sebebebimin bütün gereklerini yerine getirmiş  ve kıçımı kırıp oturup IELTS sınavından 7.0 skorunu almıştım.  Bu arada en iyi üçüncü skor olur kendileri.   Peki Amerika’yı yeniden keşfettim mi?  Sınırlı bütçesi ile İngilizce dil okuluna gelmiş, yurtta kalıp karnını genel olarak Subway sandwich ve Varsity burger ile  doyuran bir öğrenciye göre Fasulye Sırığı ve ilişki durumları karışık ailesinin sayesinde üniversitenin dışındaki Amerika’yı da görme şansım oldu.

Beni yurda ve okuluma yerleştirdikten bir hafta sonra Oxford’a doktorasına dönen Fasulye Sırığı bahar tatili için geri geldiğinde ailesi ile birlikte önce Bahamalar'a US Virgin Adaları’nda kardeşinin basketball turnuvasını seyretmeye gittik.  Adanın her yerinden karşına Iguana çıkıyor.  Türkiye’de sokakta başı boş dolaşan kedi köpek görmekle arabaların durup önünden serseri bir Iguana’nın ağır ağır geçmesi, bir sure sonra aynı normallikte karşılanıyor. Adanın iyi tarafı da Aloe Vera bitkisi bütün adayı kaplamış olması. Bu bitkinin yanından geçerken yaprağını kırıp çıkan sütü yüzünüze gözünüze bulayabiliyorsunuz.  Ben öyle yaptım. 

Artık dönüşüme on gün kalmıştı ki onun da bir haftasını Miami ve Orlonda’da Disney World’de geçirdik.  İlk önceleri zorla bindirildiğim roller coasterlardan sonrasında adrenalin bağımlısı haline gelmemden dolayı her seferinde neredeyse ağlayarak indiriliyordum.  Her şey çok güzeldi de yakında Türkiye’ye dönecektim.  Fasulye Sırığı’da doktorasını bitirmek için Oxford’a geri gidecekti.  Ya sonrası ne olacaktı?  Bu konu hakkında ne ben bir şey söylüyordum ne de o bir şey soruyordu. 

Miami’den dödüğümüz günün akşamı anne ve babası, kardeşleri ve birkaç arkadaşımız ile birlikte bir yemek düzenlemişlerdi.  Anne ve babası bir kaç işi halletmek için dışarı çıktıklarından ben de evde yalnız başıma akşam için hazırlanmaya başlamıştım.  Fasulye Sırığı’da benim bir işim var saat yedi de gelir seni alırım diyerek çıkmış bana hazır olmam için zaman vermişti.

Alt kattaki ışıkları yakmadan odamda ki banyomda hazırlıklarımı bitirmeye çalışırken bir arabanın garaja yaklaşan ışıklarını gördüm.  Evde olduğumu biliyordur zaten.  Burada buluşmamızı kendisi buyurdu diye düşünüp ben de kapıyı açmak için aşağıya inmedim.

Saçıma makyajıma son rutüşleri yapıyorken arabasının ışıklarını gördüğüm Fasulye Sırığı garaj yolunda bir iki dakika bekledikten sonra arabasını tekrar çalıştırıp içeri girmeden evden ayrıldı.  Garaj yolundan ayrılan arabasının sesini duyarken emin olmak için camdan baktım ve adamın beni evde bırakıp gerçekten gidiyor olduğunu gördüm. Adam beni almadan gitmişti.  Eve beni almaya geldiğini hatrlatmama gerek yok sanırım.  Hadi evin ışıklarını ben yakmamıştım da bir aramak da mı aklına gelmedi keko diye sinirden tırnaklarımı yemeye başlamıştım. Hemen cep telefonundan aradım ama şarjı bitmiş olmalı ki telefonu kapalıydı.

Nasıl olsa restauranta gittiğinde beni göremeyince geri döner diye düşündüm.  Ama restaurant trafikle birlikte en az kırk beş dakika uzaklıkta olduğundan dönmesi bir buçuk saat sürecekti.  Ben de mutfağa inip bir şeyler atıştırıp televizyon seyredeyim bari deyip aşağıya inip beklemeye başladım.  Restauranta gittiğinde beni orada göremeyen bu sazan hemen beni arayıp “ışıkları yanık görmeyince annemle beraber gittiğini düşündüm evde bekle dediğimi unuttum. Bin kere özür dilerim, hemen geliyorum” deyip telefonu kapattı.   Beklemekten ve sinirden o kadar çok abur cubur yedim ki açlıktan eser kalmamıştı artık.  Tam iki saat sonra ben makyajımı cıkarmış, pijamalarımı giymiş kafamdan dumanlar çıkarken Fasulye Sırığı eve gelebildi.   Karanlıkta elimde kocaman bir kase dondurma televizyon karşısında pijamalarla oturup ateş saçan gözlerimi kısarak baktığımı görünce “seni benim için çok özel bir yere götürücem lütfen benimle gelir misin?” diye sordu yalvarır bir ses tonu ile.

Ayağa kalktım üstümü değiştireyim o arada da söyelenirim biraz derken elimden tuttuğu gibi kapıya doğru giderken “boşver üstünü değiştirmeni bekleyemem şimdi” deyip kolumdan çeke çeke arabaya bindik.

Arabaya bindim ama hiç konuşmayarak ona sessizlik cezası vermeye çalışırken o sürekli “özür dilerim, evde buluşacağımızı unuttum, lütfen barışalım”diye yol boyunca konuştu.   Kafamı cama çevirip söylediklerine hiç cevap vermiyorken, gittiğimiz yolu daha önce hiç görmediğimi fark ettim.  Nereye gidiyoruz diye carlamak istiyorum ama tribimin bozulmasını da istemediğimden meraktan dudaklarımı yiyordum.

Gecenin bir yarısı üstümde pijamalarla bir tepenin üstündeki Amicalola State Park’a gelmiştik.  Buraya daha önce gelmemiştik ama orada bir Şelale olduğunu ve kafası karışıkken rahatlamak için buraya geldiğini anlatmıştı, hatırladım. 

Şelalenin bütün heybetiyle aktığını görebileceğimiz bir park alanında arabayı durdurdu.  Gecenin o saatinde bizden başka belki bir yada iki araba daha vardı, o kadar.   Neden geldik buraya diye sormak için kafamı çevirdiğimde Fasulye Sırığı’nın çok gergin görünüp içinden bir şeyler mırıldandığını fark ettim.  Sadece “her sey yolunda mı, iyi misin sen?” diyebildim sessizce.

Hiç birşey söylemeden arabadan indi, benim kapımın orada durup derin bir nefes alıp kapımı açıp dizlerinin üzerine oturdu.  Neler oluyor, neden buradayız soruları kafamın içinde tepinirken Fasulye Sırığı elimi tutup, derin mavi gözlerini gözlerime dikerek  “Suursuz seni seviyorum ve hayatımın geri kalanını seni severek geçirmek istiyorum.  Benimle evlenir misin?”  diye sorup içinde tek taş bir yüzük olan kutuyu açıp bana uzattı.  Ondan sonra da bir şeyler daha söyledi ama o sırada içimden nasıl olur, nasıl evleniriz, hayatımın bundan sonrasını herkesten, her şeyden uzak Amerika’da geçirebilir miyim?  Yahu iki gün sonra gidiyorum, biraz düsüneyim desem o da olmaz.  Annemlere ne diyeceğim şimdi.  Telli’nin kocası da yabancı olduğundan Birlesmiş Milletler, Türkiye ayağını babama bıraksa olur yani diye düşünüyordum.

Kafamın içinde kırk tane tilki dolaşıyor ama hiçbirinin kuyruğu birbirine değmiyorken Fasulye Sırıgı’nın gür sesi iç sesimin sesini bastırıp “Suursuz, bu kadar düşünmen iyiye işaret değil sanırım” diye bir iç çekti.  Yüzünü ellerimin arasına alıp bu adama aşığım gerisi teferrüat diye düşünüp “ Evet seninle evlenirim” deyiverdim.

O kadar sevindi ki iri cüssesi ile arabada oturan bana sarılmaya çalişırken dirseği ile burnuma öyle bir çarptı ki yıldızları gördüm.  Burnumun kırıldığını düşündüm.

Eve dönüş yolunda ben parmağımda duran parlak şeye bakıp alışmaya çalışırken o da daha önceden çalıştığı belli olan bu evlilik meselesi gitmeden nasıl halledilecek onun planlarını anlatıyordu.  İçimdeki ses ise susmak bilmiyordu.  Telli’nin sesi ile “harika, yine başını sokacak bir bok çukuru daha buldun, aferin sana.  İlk annem tebrik edecek seni bak görürsün” diyordu.  

Bütün bu gel gitlere rağmen ertesi günü üzerimde bir jean, bir tshirt ile mahkeme salonuna gidip Fasulye Sırığı ile evlendim.  Bundan sonrası için bir planım var mıydı?  Tabii ki Hayır.  Her şeyi olacağına bıraktım ve Istanbul’a döndüğümde düşünürüm planından başka bir plan yapmadım. 

Ertesi gün birlikte havaalanına gidip ben Istanbul uçağına, Fasulye Sırığı’da Oxford’a gitmek için Londra uçağına bindi ve bir hafta sonrasında Istanbul’da buluşmak üzere herkes kendi yoluna gitti.


Yeni evli bir çift olarak ilişkimizi zorlayan engellerin ilkini İstanbul’da yaşayacağımızı bilmiyorduk henüz.   İşin en boka sardığı yer de burada başlıyor işte.. Hali hazırda evli bir kadın olarak annemleri bu adamla evlenmeme izin vermeleri konusunda ikna edebilecek miydim? Hepsi ve daha fazlası yakında..

Suursuz American







4 yorum:

  1. Heyecanla takip ediyorum.... Her gun bakiyorum sitenize yeni yaziniz var mi diye...

    YanıtlaSil
  2. Yeni yazinizi heyecanla bekliyorum !!! :D

    YanıtlaSil
  3. vay be:) ne guzel bir spontane.. ne tatlış bir teklif.. darısı başıma:))

    YanıtlaSil
  4. Insallah Ozlemcim.. Senin cok daha guzellerini yasaman dilegi ile, sevgiler.

    YanıtlaSil