Nisan 2015
Yine zamanda biraz
daha ileri giderek gecen yılın Nisan ayından bir hikaye ile burdayım.
Bahar gelmiş, havalar
ısınmış, akşam olsa da sıcacık evime gidip polar pijamalarımı giyip kestanemi
pişirsem modundan yeni çıkmaya başlamıştık. Gün içerisinde, neredeyse haftanın üç günü buluştuğum
arkadaşım Sinsirella ile konuşmuş akşam buluşmak için sözleşmiştik. Sinsirella’nın iş yerine yakın olduğu
için Kanyon’da buluşmayı kararlaştırmıştık ancak trafik yüzünden daha
Nişantaşı’ndan Şişli’ye gelebilmem bir saat sürdüğünden Sinsirella’dan iş
yerinin yakinindaki, o alttan giden şeylere binip Astoria’ya gelmesini yoksa
beni beklerken çiçek açıp meyve vereceğini söyledim.
Buluşma yerini
Astoria’ya almamıza rağmen Sinsirella benden 20 dakika önce gelmiş restaurantta
beni bekliyordu. Otoparka inip
arabayı park ettikten sonra acele ile AVM’nin güvenlik kapısından geçerken bir çift gözün üzerimde
olduğunu hissettim. İşte
Şerbet’i ilk o zaman gördüm.
Arkamı dönüp baktığımda, ben güvenlik cihazından çantamı alırken birkaç
kişi arkamda üstünde şık gri bir takım elbisesi olan, şu her erkeğe yakışmayan
ama geçen yıl sakalları çıkan her yetiskin erkegin mutlaka denediği o çok moda
sakalları olan, yapılı, uzun boylu Şerbet gibi çocuktu içeri girdiğimden beri beni izleyen. Ben güvenlikten geçmiş asansörü
çağırmış beklerken, Şerbet’in güvenlikten spor çantasını alışı sırasında hala beni
izlediğini hissedebiliyordum (baktığını görmeden nasıl anlayabiliyorsun diye
sormayın bunu erkekler anlamayabilir ama kızlar beni anlayacaktır). İki kişi ile birlikte bindiğim
asansörün kapısı kapanmak üzereydi ki biri çantası ile kapının kapanmasını engelleyerek
asansöre bindi. Bingo!! Şerbet ‘ti gelen. Restaurantın bulunduğu giriş katına
gelmeden önce asansörde bulunan diğer son kişi de inince Şerbet asansöre girdiğinden
beri, içinde bulunduğumuz çekim sanki daha da bir artmıştı. Asansörde bir yabancı ile bodozlama
fantazisi geliyor sanıyorsanız sizin için sadece üzgün olabilirim. Henüz öyle bir şey yaşanmadı.
Biraz sonra giriş kata geldiğimizde inecek ve bu hoş adamla flörtöz bakışmalarımız benim Sinsirella ile
buluşur buluşmaz “ya ne oldu biliyor musun? Asansörde erkek türünün güzel örneklerinden biri ile bakışa
bakışa geldik. Allah için hoş adamdı bee”
şeklinde bu akşam ki muhabbetimizin konu başlıklarından biri olarak iki dakikamızı
alacak ve akşamımıza hoş bir seda bırakacaktı.
Asansör kata
geldiğinde bu da diğer Türk erkekleri gibi özgüven eksikliğinden midir, daha
önce kadınlarla yaşadıkları travmalardan mıdır nedir, bakışları ve yaydığı o
enerji ile dağları delecek ama konuşmaya gelince bu da tırt çıkacak diye
düşünürken Şerbet ilk hareketini “çok şıksınız” diyerek yaptı. Bak şimdi, dogrusu hiç beklemiyordum
konuşmasını. Asansörün kapısı
açılıp çıkmaya hazırlanırken “siz de öylesiniz, iyi akşamlar “diyebildim
sadece. Ne deseydim? Hah! çok şükür.
Yahu ne alemsin hiç konuşmayacaksın sandım bir an, dur şu asansörü bir
kapatayım da bi tur daha atalım dese miydim acaba?
Daha bir iki adım
atmıştım ki Şerbet “pardon bir dakikanızı alabilir miyim lütfen?” diye durdurdu
beni. Ona doğru dönerken aklımdan
vuvuzela soundu eşliğinde geçen, işte bu yürü be koçum, tezahuratlarını
saklamaya çalışarak yuzumde engelleyemedigim muzip gulumsememle “biraz acelem
var ama bir dakikamı ayırabilirim sizin için”dedim.
Şerbet’de klasik, aslında
hiç yapmam böyle şeyler repliği eşlinde “benim de çok acelem var aslında ama
böyle hiçbir şey söylemeden de gitmenize gönlüm razı olmadı” dedi ve çok şık
deri bir kartlıktan bir kartını çıkararak “size bir kartımı vermek
istiyorum. Sizin de bir kartınız
varsa almak isterim” diyerek kartını uzattı. Göstermiş olduğu medeni cesaretin ödüllendirilmesi ve benden
sonra yapacağı girişimlerin önünün açılması için elimi, içi çarsı pazar
tezgahına dönmüş çantamın içine atıp şöyle bir yoklayıp kıyıdan köşeden bir
kartvizit çıkartıp, üzerine yapışan tozlari şöyle bir sallayıp kartımı uzattım. Kartı alırken güzel dişlerini
ortaya çıkararak gülümsedi sadece.
Ayrılırken elimi sıktı ve “mutlaka arayacağım sizi” dedi ve gitti.
Hızlı adımlarla yanına
gittiğim Sinsirella, bütün yüzümü kaplayan gülüşüme bir anlam verememiş olacak
ki “ne oldu yavrum sana yüzünde güller açmış?” diye sorunca otoparktan giriş katına kadar olan herşeyi
anlattım. “Aaaa ne diye numarasını
alıyorsun herifin? Kız yoksa adama
kuyruk mu salladın?” diye sordu hemen.
“Canım benim tabii ki kuyruk falan sallamadım hem biz buna kuyruk
sallama demiyoruz, medeni cesaret diyoruz. İşte tam da bu yüzden verdim numaramı” dedim. Neden adının Sinsirella olduğunu bir
parantezle açıklama gereği duymadığımı anlamışsınızdır.
Ertesi sabah saat 7.30
da gelen bir mesajla uyandım.
“Günaydın”, “bugün çok yoğun bir programım var”, “ kalkar kalkmaz sana
yazıp”, “ sen gibi çok güzel bir gün geçirmeni dilemek istedim” diyordu arka
arkaya yolladığı mesajlarında. Bismillah
yeni ergen, bir dur bu şuursuz bir uyansın, gözünün çapağını bir alsın önce. Nasıl bir sabah performansı
bu yahu, elinde telefonla mı uyandın? “Ben de sana günaydın”
diye cevap verdim.
Şerbet’ten öğlene
kadar ses çıkmayınca hassas ergen, mesajımın hiçbir anlam ve önem içermemesine alındı zannımca diye düşünürken yeni bir mesaj geldi.
“Dün giydiğin
ayakkabılar çok şıktı” diyordu mesajında.
Allah Allah şimdi burada bir ayakkabı takıntılısı ile mi karşı
karşıyayız yoksa bir ayak fetişisti ile mi onu bilemedim. Eger ayakkabıdan bahsediyorsak o zaman
sorun yok bayılırım ayakkabı seven adama.
Ancak konuştuğumuz mevzu ayak ise o zaman durum karışık. Çünkü benim ayaklar ayak fetişistini fetişinden
soğutur cinsten. Siz hiç
parmaklarının taklidi yapılan bir ayak gördünüz mü? İşte o benim ayağım.
Hep itildi, kakıldı, hor görüldü bu ayaklarım benim. Her türlü fetiş olur ama ayak fetişi
ile yürümez bu ilişki.
Daha benim cevap
vermeme fırsat vermeden “akşam buluşalım mı?” diye başka bir mesaj geldi. Içimden olur buluşalım demek gelse de şartlar
bu akşam buluşmamıza izin vermediğinden “çok isterim ancak bu akşam maalesef
uygun değil. Yarın akşam musaitsen
süper olur” diye cevap verdim hemen.
“Olur. Sen ne zaman
istersen buluşabiliriz” diye cevap verince içimden vay be Şerbet’e bak ne kadar
anlayışlı, hiç ısrar etmedi.
Randevuya çıkmadan bir puanı kaptı diye geçirdim içimden.
Ben akşam iş yemeğindeyken
Şerbet’in canı sıkılıyor olmalıydı ki vik vik mesaj yolladı durdu. Eve girip üstümü çıkarmadan çantamı
yere, kendimi koltuğa atmıştım ki attığı mesajdan yeni bir tripcan adayımız
olduğunu anladım. “Sen neden benim
mesajlarımı görmezden geliyorsun?
Iş yemeğin romantik bir yemeğe mi dönüştü yoksa?” diyen mesajına ne
cevap versem diye düşünürken Şerbet aradı.
“Kusura bakma, merak
ettim seni. Mesajlarıma cevap
vermeyince başka birisi ile meşgul olduğunu düşündüm” dedi. Allahım sana geliyorum. Daha dün sadece iki dakikalık
muhabbetin olduğu birisinin hayatının merkezi olduğunu düşünen bu sabileri
neden karşıma çıkarıyorsun, beni mi deniyorsun? Hala??
“Öyle bir şey olsaydı
önce senin haberin olurdu. Gerçekten
iş yemeğindeydim. Masada ingilizce
tercüme yapmak zorunda kaldığım için dikkatimi sürekli gelen mesajlarına
vermede biraz sıkıntı yaşamış olabilirim” dedim.
Hemen arkasından
“hayatında kimse var mı?” diye bir soruyla geldi.
Evet canım hayatımda ki ilk onbiri kurdum şimdi de yedek klübesi için çalışmalar yapıyorum demek
istedim ama kısa kesmek icin “hayır şu an yok kimse” diyebildim.
Daha ben bir şey soramadan
“benim de yok hayatımda kimse.
Aslında son ilişkimden yeni çıktım, çok boğuyordu beni ve ayrıldık” diyerek
son ilişkisi ile ilgili aslında benim kendi çabalarım ile öğrenmem gereken
bilgileri vererek bütün eğlenceyi aldı benden.
Yorgunluğun da vermiş
olduğu bir rehavet ile “tamam canım o zaman yarın akşam buluştuğumuzda bütün
seceremizi döker ben de sana bütün kirli çamaşırlarımı anlatırım böylece çok
ciddi bir ilişkiye adım atar sonsuza kadar mutlu yaşarız” diye bir espri
yaptım. Karşıda bir duraksama
olunca sarkastik yaklaşımımı anlamadığını farkedip “Şaka yaptım şakaaa” diye
bir kahkaha atınca “tamam o zaman yarın seni görebilmek icin sabırsızlanıyorum”
dedi.
Akşam için bana daha
önce önünden çok geçtiğim ancak hiç gitmediğim çok şık bir Italyan
restaurantinda randevu verdi.
Restaurant seçiminden de bir puan aldı hadi bakalım.
Benden önce
restauranta gitmiş beni bekliyordu.
Onu ilk gördüğüm hali gibi ona verdiğim isme yakışır şekilde çok şık ve
hoş görünüyordu. Sandalyeye
oturduğumda ilk farkettiğim telefonun ekranınının masada ters çevrilmiş
olduğuydu. Gerçekten hiç
sevmiyorum erkeklerin bu cin olmadan adam çarpma triplerini. Kimden neyi saklıyorsun, kimin
aramasını görmemi istemiyorsun arkadaşım?
Geri aldım bir puanını.
Arkadaşından gelen bir
telefonla kısa bir görüşme yaptıktan sonra telefonun ekranını ters çevirmeyi unuttu
herhalde diye düşünürken Şerbet’in muhabbetinin hep kendi üzerine olduğunu farkettim. Ben şöyle başarılıyım, ben böyle terfi
ettim, kolay gelmedim olduğum yere, beni her kadın taşıyamıyor maalesef, çok
zor bir insanım ben bla bla bla.
Ben zor bir insanım ne demek?
Üç bilinmeyenli denklem misin, polinom musun, integral misin? Alt tarafı her erkek gibi üç tane
fonksiyonun var; karnını doyurmak,
üremek ve tuvalet ihtiyacını gidermek.
Muhabbetimiz diyalogdan çok monolog şeklinde ilerlediğinden aklıma şu
salatadan dişime iki maydonoz yapıştırıp şöyle gevrek gevrek gülsem benden
soğumasını sağlayabilir miyim acaba gibi sikimtronic fikirler geçiyordu. Kendini bu kadar anlatıp sürprizlere yer
bırakmadığı için iki puan alıyorum kendisinden.
Masada duran telefonu
çalınca ister istemez gözüm arayanın ismine takıldı. Bebişko yazıyordu ekranda. Bebişko ne allahını seversen ya diye düşünürken yüzündeki
panik havasını farkettim. Ekranda
yazan ismi görmediğimi umarak şu telefona bir cevap vereyim diyerek masadan
kalkti. Döndüğünde ne diyecek
acaba derken beynin boka batması ifadesi ve dikkat dağınıklığı ile
karışık “ablamın kızı aradı, dayısını özlemiş” deyiverdi. Ohaaa, ne bahaneler duydum ama bu duyduğum
en kötüsünün kötüsüydü gerçekten.
Tamam saf bir insanım kolay inanıyorum ama hiç mi zeka pırıltısı yok
gözümde yahu. “herşey yolunda
mıymış bari?” diye sordum.
“Şımarık işte, dayısına cilve yapıyor” diye geçiştirdi.
Daha beş dakika
geçmemişti ki bu bebişko bir kez daha aradı. Yine telefonunu masadan aldı, ağzını yüzünü buruşturup bir dakika
işareti yaparak uzaklaştı masadan.
Bu masadan, bu restauranttan bir an önce çıkmam lazımdı. Tam o sırada garson elinde yemeğin
başından beri beklediğim, menüde gözüme kestirip sipariş verdiğim tatlıyı
“buyruuun işte gecenin en güzel anını birlikte paylaşmanız için beklenen tatlı
da geldi” diyerek getirdi.
Şimdi kalkıp da bu tatlının aklımda kalıp bir yerimin şişmesini
istemediğimden “bunu çok acil paket yapmanız ne kadar sürer?” diye sordum. Garson şaşkın ve muzip bir şekilde
“sizin için iki dakika da paketlerim ben bunu” dedi. “Tamam o zaman kapıdan çıkarken alırım sizden, arabayı da
getirirler mi hemen”diye sorup çantamı montumu toparlayıp, arkası bana dönük
bir halde hala telefonla konuşan Şerbet’e son bir kez bakıp masadan ayrıldım.
Garson söz verdiği
gibi ben kapıdan çıkarken tatlıyı hazırlamış elime tutuşturdu ve arabamın
kapıda beklediğini söyledi.
Arabaya bindiğimde içimde bu güzelim suflenin heba edilmemiş olmasının
verdiği mutluluğu yaşarken Şerbet’in götüne de boğaz köprüsünün girmesini diledim.
O akşam telefonumdan,
bana ulaşabileceği her yerden kendisini engellemiş olduğumdan Şerbet bana
ulaşamadı ancak sabah ofise gittiğimde gönderdiği çiçekler ve mesajları ile
varlığını hatırlatmaya çalişsa da bir daha kendisi ile iletişime geçmedim. Görmezden gelmeyi kim bulmuşsa yemin
ederim harika bir sey yapmis. Bunun gibi şizofrenler daha kötüsünü hak ediyorlar ama neyse...
Eve Donus Hali: Single
Iliski Durumu: Hala
Single
Serbet’in Durumu: Hala
cin olamadi
Gecenin Puani:
Sayamadim ama cok eksilerde