8 Mart 2016 Salı

Afrika!!! Anlatılmaz Yaşanır....


Haziran 2005




Istanbul’dan olaylı çıkışımdan sonra Ingiltere’ye geleli bir hafta olmamıştı ki Fasulye Sırığı araştırma görevi ile Kenya’ya gitmek zorunda kalmıştı.  Görev süresi bir ay olarak belirlendiğinden sadece bir ay ayrı kaldıktan sonra geri dönecek ve normal hayatımıza devam edebilecektik.  Benim planım böyleydi ama evren hala benim planlarımı mikine takmıyordu o ayrı tabii.

Daha gideli on gün olmuştu ki bir gece yarısı Fasulye Sırığı’nın Kenya’da beraber olduğu başka bir Amerikalı arkadaşı Çengel’den (çok uzun boylu, zayıf ve kambur yürüyüşünden dolayı ) gelen bir telefonla uyandırıldım.  Çengel’in neredeyse ağlamaklı olan ses tonuyla anlattıkları ile gözüm açılmış duyduklarımdan sonra  donmuş bir halde hiçbir şey hissetmeyip,  olmayan şuurumunda kapanmış halde konuşamama modunda olduğumu Çengel’in  telefonun diğer ucundan gelen “Şuursuz heeyy orda mısın? Iyi misin?” nidaları sonrasında fark ettim.  

Çengel'in söylediğine göre Fasulye Sırığı Kenya’nın Tanzanya sınırına yakın bir yerdeki kampta kene tarafından ısırılmış ve acil olarak helikopterle Nairobi’ye götürülerek yoğun bakıma alınmıştı.  Siz de beyin donması moduna girmeyin de görelim.  Çengel’e tamam hemen hazırlanıp geliyorum deyip telefonu kapatıp valiz yapma girişimlerine başlayacakken Çengel “dur bir sakin ol,  Şuursuz öyle hemen ilk uçağa atlayıp gelemezsin buraya, yarın gidip gerekli aşıları yaptırman lazım sonra ben seni yine bu uydu telefonundan arayıp biletin ile ilgili bilgiyi vereceğim ve seni birinin karşılaması için gerekli ayarlamaları yapıp gelişini organize edeceğim” dedi ve telefonu kapattı.  

Şurada sabaha ne kalmıştı ki zaten hemen ilk iş sağlık ocağına gidip aşı yaptırır sonra da diğer evrak işlerini halledip akşam uçağı ile de giderim diye düşündüm.  Odanın içinde bir aşağı bir yukarı dolaşıp en kötü senaryoları düşünmemek için dudaklarımı yerken "koskoca adam O, güçlüdür Fasulye Sırığı bir kenenin ısırması ile ölecek değil ya" diye kendime telkinde bulunuyordum. 

Sabahi zor ettim.  Hemen kendimi dışarı atıp sağlık ocağına gidip bu aşı mevzusunu halletmem lazımdı.  Doktordan önce gidip kapıda beklediğimden doktoru kapıda yakalayıp nefes almadan durumu anlattım ama benim heyecanımı pek paylaşmıyor olmalıydı ki gözümün içine bakıp bütün o soğuk kanlı İngiliz piçliği ile yapamam dedi.
Iyi de niye yapamıyorsun dostum alt tarafı aşı yapacaksın atom mu parçala dedik.   Yapamam cunku istediğin aşı bir tane değil tam beş tane ve hepsinin bir günde yapılması imkansız.  Yahu sevgili, hayatından ettiği nefreti benden çıkarma fırsatı yakalamış pratisyen hekimim acil bir durum dememin neresini anlamıyorsun?  Daha nasıl anlatabilirim acil diyorum, adam ölecek mi kalacak mi bilmiyorum diyorum, gitmem lazım diyorum daha nasıl anlatsam?  Sana çiçek alsam, böcek alsam, acicik şefkat göstersem yüzün de iki kas oynar mı acaba?
“Sana burada sadece iki tane aşı yapabilirim dedi.   En kötü yarın da gelirsin iki tane de yarın yaparız, üçüncü günde sonuncuyu yaparız böylece Kenya’ya gidebilirsin” dedi.   Başladım hüngür hüngür ağlamaya sonra bütün hikayeyi başından anlattım.  Anlattığım aslında bir imkansızlıklar silsilesi içinde bir araya gelebilmiş, çok büyük travmalar, dramalar atlatmış, aşireti tarafından kesilmeyi bile göze almış doğulu bir kız ile batılı esas oğlan hikayesiydi.  O anda  bildiğim bütün aşk filmlerinden, dramalardan oluşturmuş olduğum süper bir hikayeydi bence.  Soğuk kanlı Ingiliz doktorumuzun yüzyıllar önce dondurulmuş yüz kaslarında bir gevşeme olduğunu görünce bu acıların çiftine daha da bir acı kattım.  Işe de yaradı.

Eğer bu aşıları bugün olmak istediğime ve olabilecek bir komplikasyonda doktorun hiçbir sorumluluğunun olmadığını yazan bir kağıt imzalarsam aşıları yapıp aşı karnesini imzalaması konusunda anlaştık.   Aşıları oldum ama hepsini bu kadar kısa sürede alınca bana bir haller oldu.  Kolumu kaldırmak istiyorum kalkmıyor, bacağım oynamıyor binlerce karınca vücudumda yürüyor beynime sıcak sıcak taze kan taşıyorlardı sanki.  Felç olmak böyle bir şey herhalde diye düşünüyorken Doktorumuz içeri geldi” uyuşma başladı mı?” diye sordu.  Ulan göt lalesi felç geçirmeyen bir insana korkudan felç indirmek yerine söylesene baştan  aşılardan sonra bunu yaşamamın normal olduğunu bir süre sonra geçeceğini. 


Bir saat sonra bacaklarımı hissetmeye başlar başlamaz aşı kartımı alıp hemen sağlık ocağını terk ettim.  Eve gidip valizime son bir kaç bir şey daha koyup kapatacaktım ki Çengel aradı.  “Gerekli aşıları yaptırıp evraklarını hazırladın mı?” diye sordu.  Ben de “evet bütün aşılar tamam” deyince şaşırdı biraz ama çok da detay vermedim.  O zaman bu geceki uçağa bilet alıyorum birazdan mailine gönderirim çıktısını alıp havaalanına gitmen yeterli” dedi. 

Eşyalarımı hazırladım, gelen biletin çıktısını da alıp bulduğum ilk otobüs ile Londra’ya gittim.  Uçağım gece geç saatte olduğundan Londra’da yaşayan Papatya’yı (gülünce gözlerinin taa içi gülen ender insanlardan olduğu için) aradım.  Papatya ile Oxford’da tanışmıştık.  Amerika’ya gitmeden önce kaldığım evde kimsenin kullanmadığı bir oturma odası olduğunu bilen Türk arkadaşlarım yeni gelen, kalacak yeri olmayan Türkleri yardımcı olmam için bana gönderirlerdi.  Ancak son bir kaç tanesi yaptığım iyiliklere rağmen beni fena sattıkları için artık göndermeyin istemiyorum  kimseyi diye fetva vermiştim herkese.  Ancak çok sevdiğim yaşlı bir Türk abimiz Papatya’nın durumundan bahsedip rica edince onu kıramamış ve istemeye istemeye benimle kalmasına razı olmuştum.  Ama Papatya beni hiç üzmedi.  Çok iyi arkadaş olduk, hala da severek görüştüğüm can arkadaşımdır.

Havaalanına erken gitmiş Papatya ile alanda buluşmuştuk.  Tanıdık bir yüzü kanlı canlı karşımda görünce dün geceden beri kabar kabar olmuş yüreğim Papatya’yı görünce daha fazla dayanamadı ve kendimi kollarına atıp kelebek gibi ince ince titreyerek alanın ortasında ağlamaya başladım. 

Hemen çökecek bir restaurant bulup bir şişe şarap söyledik.  Olan biten her şeyi anlatıp bitirdiğimde hem şişenin dibi hem de gitme saatim gelmişti.  Şarabın etkisiyle sağa sola yalpalayan beni uçağin kalkacağı kapıya götüren Papatya ile vedalaştım ve beni ne ile karşılaşacağımı bilmediğim Nairobi’ye götürecek uçağa bindim.  Dokuz saatlik uçuş bitmek bilmedi. 

Nairobi’ye indiğimde yüzüme vuran sıcak hava dalgasının getirdiği ekşi koku genzimi yaktı.  Beni elinde ismimin yazılı olduğu bir kartonla karşılayan Amerikan Konsolosluğu görevlisine önce Fasulye Sirigi’nin durumunu sonrada kokuyu fark edip etmediğini sordum.  Fasulye Sırığı’nın durumunda bir değişiklik olmadığını söyledi ama koku için sanki havadaki kokuyu ben söyledikten sonra ilk defa fark etmiş gibi kafasını gökyüzüne kaldırıp derin bir nefesle birlikte kokuyu içine çektikten sonra bana dönüp “ haa bu koku! Bu şehirde her gün öğleden sonra herkes evinin önünde kendi çöplerini yakar.  Bu onun kokusu ama dert etme alışıyorsun bir süre sonra”dedi.  Alışmak mı?  Bir şeye alışmak veya bir alışkanlıktan kurtulmak için yirmi bir güne ihtiyaç duyulur.  Ben burada bu kokuya alışabilecek kadar kalmayacağım ki.  Fasulye Sırığı iyileşir iyileşmez birlikte Ingiltere’ye döneceğiz yahu.  Bu yine benim planımdı.  Evren ve Amerikalıların başka planları varmış, bilmiyordum henüz.

Hastaneye vardığımızda artık akşam olmak üzereydi.  Beni hemen Fasulye Sırığı’nın yattığı odaya götürdüler.  Onu Ingiltere’den gönderdiğimde üzerinde olan heybeti gitmiş yerine küçük bir çocuğun masumiyeti ile sıska bir adamın vücudu gelmişti.  Onu orada bilinci kapalı yatarken gördüğümde aklıma ilk gelen şey ona bir şey olursa onsuz ne yapacağım oldu.  Sonra bütün bu duygulardan sıyrılıp odadan çıkıp onunla ilgilenen ya da ilgilenmeyen ne kadar doktor varsa karşılaştığım hepsini  durdurup Fasulye Sırığı’na ne olacağını sordum.  Herkes aynı gizli birliğin üyeleriymişde aynı şeyleri söylemeye yemin etmişlercesine aynı ritüel ve mimiklerle “sadece bekleyeceğiz bayan” diyordu.   Hem hastanenin içindeki koşturmamdan hem de iki gündür uyumamış olmamın da vermiş olduğu bir yorgunlukla sinirlerim iyice yıpranmış halde doktorun birine sesimi yükseltir bir şekilde “nasıl bir doktorsunuz hiç mi kene ısırığı vakasını tedavi etmediniz?  Nasıl bilemiyorum dersiniz?” diye bağırırken Çengel kolumdan yakalayıp kendine çekti beni.   Başımdan tutup beni ince zayıf göğsüne yaslarken “geçecek, uyanacak görürsün, herkes elinden geleni yapıyor hepimiz sakin olmalıyız.  Çok yorgunsun, seni dinlendirelim.” Dedi.   Fasulye Sırığı’nın odasına yakın bir odada bana bir yatak yaptılar, ağlarken uyumuşum.  

Rüyamda Fasulye Sırığı ile kendimi okyanus kıyısında bir evin verandasında sallanan sandalyelerde oturmuş şarap içerken gördüm.   Yüzünün rengi şu an olduğu gibi solgun, renksizdi.   Bana "eğer yaşasaydım beni hiç bırakmazdın değil mi?" diye soruyordu ki hastaneye ilk geldiğimde kuytuda sıkıştırıp carladığım doktorlardan birinin beni hanımefendi, hanımefendi diye kolumu dürtmesi ile uyandım.  Fasulye Sırığı uyandı.  Bilmek istersiniz diye uyandırdım diyecekti herhalde ki cümlesi bitmeden ben odadan çıkmıştım bile. 

Odasına gittiğimde Çengel kapının önünde bekliyordu.  “Önce seni görsün istedim” dedi.  İçeri girdim yüzünde, vücudunun her hücresi ile savaşmış ve bu savaştan galip gelmiş bir savaşçının mutluluğu ve bir o kadar da yorgunluğu vardı. 
Halsiz bedeni ile parmaklarını oynatıp yaklaş işareti yapıp elimi tutu ve “uyurken hep seni gördüm ve ben ölmüştüm” dedi.  

Fasulye Sırığı iyileşti.  Çok zayıfladığı ve güçsüzleştiğinden kendini toparlaması için bir hafta daha şehirde kaldık.  Artık iyileşti İngiltere’ye gidip normal hayatımıza geri dönebiliriz diye düşünürken Fasulye Sırığı gelip “iki haftalığına Sudan’a gitmemiz gerekiyor sonrasında geri döneceğiz merak etme” diyerek benim geri dönme planlarımın ilkine çomağını böyle soktu.  Inan Afrika’da soktuğu son çomak olmayacaktı bu. 

Afrika’da rahat duran, kocasının dizinin dibinden ayrılmayan, sözünden çıkmayan bir şuursuz muydum?  Tabii ki Hayır.  Nairobi polisi tarafından rüşvet vermeme suçuyla!!  nezarete atılıp siyah giyen adamlar tarafından kurtarılmış olduğum,  turistlerin tonla para ödeyip safari yaptıkları bölgede  Fil ailesinin reisi baba (gerçekten baba gibi fildi) file bana bakarken daha iyi bir poz yakalarım diye taş atıp, arkasından arabayı çalışır halde beni beklemesini söylediğim gariban Kenya'lı koruma ile birlikte kaçarken tozu dumana katmış olduğum, Laikipia bölgesinde kalırken ben çok sıkıldım makinemi de alıp biraz dışarı çıkayım deyip, daha on adım uzaklaşamadan beyaz bir kadın olarak yürüyen para makinesi imajı verdiğimden Afrikalı dilenci ve satıcılar tarafından sıkıştırıldığım ablukadan zar zor kurtarılmış olduğum,  İki kamp arasında seyahat ederken durakladığımız yerdeki çocukların fotograflarını çektikten sonra aç olduklarını fark edip önce bütün takımın öğlen yemeği sandwiçlerini ve kutu içeceklerini sonra da ayağında ayakkabısı olmayanlara da aracın içinde ne kadar terlik ve yedek ayakkabı varsa dağıtıp bir sinir harbi yaratmış olduğum, Kaldığımız mülteci kampında yüzlerce kadın arasında tek aynaya sahip kadın olarak çok popüler olup çadırımın önünde izdiham kuyrukları oluşturmuş olduğum  ve başımı daha bir çok kez belaya soktuğum doğrudur.  


Fasulye Sırığı uyurken benim gördüğüm rüyadan ve uyandığında onun söylediklerinden sonra ne zaman sorun yaşasak ve ondan ayrılmayı düşünsem aklıma hep ilk uyandığı an geldi ve ben hep vazgeçtim. 
Eski bir kızılderili atasözü der ki; hayatınıza giren herkesin ve yaşadığınız her olayın hizmet ettiği bir amaç mutlaka vardır.


Suursuz American

7 yorum:

  1. bir insanın başına bu kadar olay nasıl gelir, hiç adil değil. :) gülsem mi ağlasam mı bilemedim okurken :)

    YanıtlaSil
  2. şimdiden yeni yazınızı bekliyorum.

    YanıtlaSil
  3. çok duygulandım gerçekten enteresan bir hikaye .. 👍🏻

    YanıtlaSil
  4. Ooooooooof bunlar Türk filminden de daha kötü!... yeni yazılar acilen bekleniyor bilesiniz...

    YanıtlaSil
  5. Emeğinize, kaleminize sağlık... bu arada yeni işiniz hayırlı olsun!...

    YanıtlaSil
  6. Suursuz, lutfen yaz.... su gunlerde sadece seni okumak rahatlatiyor bizi..

    YanıtlaSil
  7. "Nasıl yaniii " diye gözleriml açarak okudum.. Uk'de Türklere yaptığın kıyak sonrası gördüğün vefasızlık o kadar tanıdıkki.

    YanıtlaSil